Kritik seçimler öncesi, kamu işçileri ve aileleri, yapılacak sözleşmeye ve yapılacak zama odaklanmış durumdadır. İşçilerin ücretlerine yapılan zamlar, daima geriden gelerek yapıldığı için zaten normal zamanlarda bile bir mağduriyet söz konusu olmaktadır. Özellikle piyasa koşullarının ve dengesinin bozulduğu bu ortamda, işçiler toplum içerisinde en fazla mağdur olan kesimlerden birisi oldu. Bu itibarla; toplu zam pazarlığında işçilerin hem geçen iki yılki kayıpları hem de toplu iş sözleşmesinin kapsadığı önümüzdeki iki yıllık süre göz önünde bulundurulmalıdır. Toplum içerisinde yapılan işe göre ücretlerde belli bir dengenin olduğu, prensip olarak varsayılmaktadır. Ama bozulan piyasa koşulları ve ücreti, asgari ücret üzerinden hesaplanan çalışanlara yapılan zam ve iyileştirmeler, bu statüde olmayan işçileri, ücret konusunda bir hayli geriye düşürdü.

Asgari ücretlilere yapılan zam ve iyileştirmeler, yerinde ve isabetli olmakla beraber, ücret dengelerinin ve iş barışının bozulmaması adına, sözleşmeye tabi kamu işçilerine de aynı oranda zam ve iyileştirmenin yapılması gerekir. Ayrıca piyasa koşullarının bozulması ve enflasyon etkisini azaltmak üzere başka kesimlere uygulanan refah payı, sözleşmeye tabi kamu işçilerine de uygulanmalıdır. Yani; önceki sözleşmeden kaynaklanan hak bağlamında enflasyon farkı ve refah payı uygulandıktan sonra sözleşme imzalanmalıdır. Sözleşmede de ilk altı ay için öngörülen rakamın da yüzde 50’den az olmaması gerekir.

Hem sosyal adalet ve iş barışı açısından hem de siyaseten işçilerin ücretlerine artış yapılırken adil bir düzenlemenin yapılması zaruridir. Çalışma hayatının yükünü omuzlayan belki de en önemli kesim emekçilerdir. Alın teri döken bu kesimin ücretleri konusunda gereken hassasiyet gösterilip düşen alım güçlerinin toparlanmasını sağlayacak düzenleme ve iyileştirmelerin bir an evvel yapılması gerekir.

Bu konuda adım atan veya atılmasına katkı sağlayan her siyasi parti, bu çabasının karşılığını, siyaset matematiği açısından da görür. Kritik bir seçime girmek üzere olduğumuz bir dönemde, iktidarın emekçilerin ücret ve taleplerini karşılama konusunda gereken özeni göstermemesi ve yukarıda belirtilen adımları atmaması, harakiri yapma anlamına gelmektedir. Bir reyin bile çok kıymetli olduğu bir zamanda kamu işçilerinin makul talepleri konusunda gerekli ve yeterli adımları atmamak demek 700 bini aşkın işçinin ve ailelerinin oylarını göz ardı etmek demektir. Her bir işçinin 4 kişilik bir aileye baktığını varsayarsak bile 3 milyona yaklaşan bir rakamdan bahsedebiliriz. Bir de bunlara anne babalarını ve sevenlerini katarsak karşımıza devasa bir rakam çıkmaktadır. Bu rakamın yarısının, oy kullanamayacak çocuklar olduğunu varsaysak bile, yine ortada seçim sonucunu etkileyecek ve dengeleri değiştirecek ciddi bir rakamın varlığından bahsedebiliriz. Her zaman şunu söyleriz: Siyaset paradigmasının değiştiği, ilke ve prensiplerin ikinci planda kaldığı, arka plana atıldığı bir dönemde; “mutfaktaki tencere kaynamıyor ise çanlar çalıyor demektir.”

Hem sosyal adalet adına hem de siyaseten, kamu işçilerinin düşen alım güçlerini telafi edecek adımlar atılmalı ve tatmin edici bir ücret artışı yapılmalıdır. Hangi parti işçilere ve haklarına sahip çıkarsa büyük bir avantaj yakalar. İşçilerin devasa potansiyelini ve toplumsal yönetime olan etkilerini kimse asla göz ardı etmemelidir. Özellikle de bu sözü iktidar için söylüyoruz.

Bizden söylemesi…