Paris’te yaşanan hadise üzerine, işgal edilmiş zihnin sendromu ile bir kez daha yüzleştik. Memleketlerin işgal edilmesinden daha kötü olanı, zihinlerin işgal edilmesidir. İşgal edilen beldeler, güçlü bir irade ve direniş ile kısa ya da uzun vadede işgalden kurtarılabilir. Ama işgal edilen bir zihin, sahibi tarafından ıslah edilmediği müddetçe umutsuz bir vakadır. Köle ruhlu insanların genelde müptela olduğu bu sendrom, bu zihinsel esaret; şahıs ve toplumlar açısından tam bir felakettir. İşgal altındaki beldelerin kurtarılması veya bir medeniyetin inşasının ilk ve olmaz ise olmaz adımı; zihni, fikri ve ruhu esir alan prangaların esaretinden kurtulmak ve bu prangaların kırılmasıdır.
Paris’te meydana gelen hadise üzerine, kör bir şiddete evrilen protesto gösterilerine şahitlik ettik. Kimisi; protesto boyutunu aşan, vandallığa ve barbarlığa varan ve Fransa sokaklarının pek de yabancı olmadığı bu olayları normal görürken, kimisi de bu olayları şiddetli bir şekilde eleştirdi. Bu olaylar hakkında yazılacak ve söylenecek çok şey var. Ama özellikle bu olaylar üzerinden bir okuma yaptığımız zaman, bir konuya dikkat çekmenin zaruretine inanıyoruz. Bazıları, bu olayları mazur görme ve tolere edilebilir sınırlar içinde açıklamaya çalıştı. Farklı senaryolar seslendirdi. Yine sahada bulunan kimi şahısların, vandallığa varan şiddet dalgasına engel olmaya çalıştığını gördük. Bazıları bu şiddet sarmalının yanlış olduğunu ve bu olayların durması gerektiğini ifade edip göstericilere çağrıda bulundu. Şiddeti kutsayan bir kitleyi, Fransa sokaklarında sağduyuya davet etti. Bu sağduyu çağrıları yapılırken; Paris sokakları, Diyarbakır sokakları ile mukayese edildi. Fransa devletinin, polisinin, halkının ve sokaklarının; şiddete, barbarlık elbisesi giydirilmiş eylemlere yabancı olduğu belirtildi. Fransa için son derece medeni bir fotoğraf ortaya konulup taşkınlığa son verilmesi talep edildi. Fransa halkını ve sokaklarını, kendi halkı ve sokakları üzerinde gören bu iflah olmaz zihniyet, köleleşmiş ruhların ve fikirlerin ne kadar tehlikeli olduğunu gösterdi. Çözüm süreci denilen çukur olaylarının yaşandığı süreçte, 6-8 Ekim Olayları’nda şehirlerimiz ve özellikle Diyarbakır harabeye dönerken, şiddeti kutsayan bu zihniyetten şiddeti durdurma çağrıları işitmedik. Diyarbakır sokakları için caiz ve zaruri görülen şiddet, vahşetin ve sömürgeciliğin başkenti Paris için neden zinhar haram olur? Paris sokaklarındaki şiddeti durdurma çağrısı yapılırken, “orası Diyarbakır sokakları değildir” çağrısı, son derece düşündürücü ve sorunludur. Kendi sokaklarına kör şiddeti layık gören bir zihniyet, emperyalist şer güçlerin kalelerinden bir kale olan Paris için ise medenilik fotoğrafı vermeye ve medenilik elbisesi giymeye davet etmektedir.
Hak arama yolu olarak kör şiddete ve teröre karşı isek o halde bu kör şiddetin hedefinde kim olursa olsun kararlı bir şekilde karşı durmak gerekir. Başkalarının sokaklarının şiddet dalgası ile teslim alınmasına karşı olup kendi halkımızı ve sokaklarımızı şiddete layık görüyorsak, kendi ellerimiz ile kölelik tasmasını boynumuza geçirmişiz demektir. Tarihi; kan, gözyaşı ve sömürü üzerine inşa olan ve halen dünyadaki en büyük sömürgecilerden biri olan, sadece vergi olarak yılda 500 milyar dolar sömürge vergisi alan bir ülkenin; ne insanları bizim insanımızdan daha üstün ne de sokakları bizim sokaklardan daha değerlidir… Bugün Paris’teki şiddeti durdurma çağrısı yapan şahısları, yarın kendi memleketimizde de şiddet olayları karşısında aynı çağrıyı yapmasını bekleriz. Her ne kadar bugüne değin bu yönde herhangi bir çağrılarına şahit olmasak da…