Irak’taki olaylar dün gece iyice tırmanışa geçti ve nereye gideceği de belirsizliğini koruyor. ABD’nin ve diğer Batılı emperyalist devletlerin işgal ettikleri beldelere bir bakalım. İşgal sürecinde yüz binlerce insanı öldürdükleri ve bu ülkelerin zenginlik kaynaklarını talan ettikleri yetmiyormuş gibi, sözde çekildikten sonra öyle kırılgan fay hatları ile döşenmiş bir ortam bırakıyor ki, bu toplumların tekrar bir araya gelip kudretli bir devlet haline gelmelerine adeta imkân kalmıyor. Halkların birlikte yaşama iradesi ortadan kalkıyor. Tüm İslam ülkelerinde uygulanmak istenen senaryo budur. Bazılarında uygulandı; bazılarında ise koşulların oluşması için büyük bir çaba harcanmaktadır. Emperyalizmin bu asırda İslam dünyasına yönelik temel planı budur. Artık İslam dünyasında siyasal ve askeri anlamda gücü olan ve bu gücü de caydırıcı bir keyfiyete sahip bir İslam devleti kalmayıncaya kadar bu süreç devam edecektir. Bu asırda İslam dünyasına yönelik senaryo şöyle özetlenebilir:
Şu anda halkları Müslüman olan ülkelerin her biri, aralarında kavgalı ve sorunlu olacak şekilde birkaç parçaya bölünecektir. Bu kavga ve sorunlardan mütevellit hiçbir zaman bir araya gelemeyecekleri ve bir birliktelik oluşturamayacakları gibi, her birisi emperyalistlerin sahillerine daha fazla yanaşacak ve desteğini arkasına almaya çalışacaktır. Kim daha fazla sömürge valisi olmanın hakkını verirse o desteklenecektir. Daha sonra bir döngü içerisinde güçlenene karşı zayıf olan desteklenecek ve böylelikle başa dönülecek ve bu toplumlar, dolap beygiri gibi, rövanşist emperyalist kölelerinin elinde oyuncağa dönüşecektir. Neticede; İslam ümmeti diye bir şey kalmayacak; İslam ümmeti, siyaset sahnesinden silinecektir. Artık devletler değil emirlikler var olacaktır. Bu emirliklerin ağır silahları ve caydırıcı askeri gücü olmayacak, sadece gerektiğinde halkına karşı kullanacakları bir kolluk kuvvetleri olacaktır. İktidarlarının güvencesi ise emperyalist ajan ve askerler olacaktır. Elbette şah damarları emperyalistlerin elinde olan ve Amerikan eyalet valileri kadar itibarları olmayan bu kukla yöneticiler sayesinde İslam topraklarındaki bu devletçikler, Amerika’nın ekonomisini en zor zamanlarda fonlayan oksijen adaları olacaktır. Yani Körfez devletleri modeli İslam ülkelerinin tamamına yaygınlaştırılmak istenmektedir. Böylelikle Müslümanlar, Küresel şer şebekesi için tehdit olmaktan çıkacağı gibi, emperyal hedeflerini gerçekleşmesi için saç ayağı olacaklardır.
Amerikalılar Irak’tan çıktıktan sonra öyle kırılgan bir yapı bıraktılar ki, Irak devletinin toparlanması imkânsız hale geldi. İş öyle bir noktaya gelecektir ki, emperyalistlerin parçalamasına gerek kalmadan Irak’taki güç aktörleri kendi aralarında bölünmek isteyecektir. Irak, ayağa kalkmadan ziyade, şu an bölünmeye daha yakın duruyor. Irak bölünse bile bu parçalar, bilinçli ve planlı olarak dizayn edilen sorunlardan dolayı kendi arlarında belki de yıllarca savaşacak çeşitli gerekçe ve bahanelerle de bölge ülkeleri bu olaya müdahil olacaktır.
Irak’taki ibretlik tabloya bir bakalım:
Kürtler, Sünni Araplar ve Şii Araplar kendi aralarında anlaşamıyor. Dahası; Sünniler kendi aralarında, Şiiler kendi aralarında ve Kürtler kendi aralarında kavgalılar. Mesele bununla da bitmiyor. Bir de bu meselede kavgaya dolaylı bazen de direkt olarak müdahil olan bölge ülkeleri var. Emperyalist devletlere (bazı istisnalar hariç) tek kurşun sıkamayanlar, kendi aralarındaki sorunlarda hemen çözümü barut kokusunda arıyorlar. Müzakere kültürünü tamamen unutmuşuz. Oysa iç problemlerde müzakere kültürünü tek seçenek olarak benimsemek gerekirdi.
Bu gibi sorunlarda hemen suçluluk makamında suçlu olarak dış güçleri gösteririz. Peki, sadece dış güçler mi bu işte suçludur? Elbette hayır. Halkına zulmeden, ulusal çıkarlarını önceleyen, bölgesel emperyaliste dönüşen Müslüman halkları sömüren zalim idarelerin hiç mi suçu yok?
Emperyalizm ile iş tutan kimi yönetimler, diğer halklara zulmedince ve onları emperyalistlerin kucağına itince ve onlara başkaca yol bırakmayınca, ortaya çıkan tablodan birilerini sorumlu tutarlar. Kendileri, emperyalistlerle çalışınca, bunun adı “stratejik işbirliği” ve “siyaset aklı” olur; başkaları, onların onda birisini bile yaparsa emperyalizmin uşağı olarak damgalanırlar.
İşte asıl suçlu; başkalarına adaletle hükmetmeyen, İslami ve insani temelde adaleti temel siyaset olarak benimsemeyen zalim ve hilekâr yöneticilerdir. Eğer bugün her iktidar kendi ülkesinde ve bölgesel dış politikada adaleti ve halkların kardeşliğini esas alsaydı elbette bugün var olan sorunların çoğu olmazdı.
Bunca savaş, yıkım, ölüm ve sefaletten sonra hala ders almayan ve müzakere masasını bırakıp savaşın tozu dumanı arasında çözümü arayanlara da yazıklar olsun.