Türkiye, bir süredir, küresel bir finansal kuşatma altındadır. Bu tespitte bulunurken, kimse klasik “dış güçler edebiyatı” yapmamızı beklemesin.

Türkiye ekonomisine dair atılan kimi yanlış adımları belirtmekle beraber, küresel çaplı ağır bir finansal kuşatmanın olduğu bir gerçektir.

Özellikle Londra merkezli operasyon, adeta Türkiye’nin finansal damarlarını işlemez hale getirmeye çalışmaktadır. Bizatihi işin erbabı ve muhataplarının beyanları da bu yöndedir.

Tabi bu ekonomik kriz, siyasi bir krize evrilmek istenmektedir. Nasıl ki, daha evvel, koalisyon hükümeti ekonomik başarısızlıklardan dolayı dibe vurduysa, bu iktidarın da aynı şartlarda iktidarı kaybetmesi için çok yönlü ekonomik hamleler yapılmaktadır. Ekonomideki sıkıntıları değerlendirirken bu önemli hususun da hesaba katılması gerekir.

Türkiye’de ideolojik ve düşünsel tabanlı olmayan veya ideolojik dinamikleri ön plana fazla çıkarmayan seçmenin davranışını etkileyen temel dinamik ekonomidir. Ekonomide başarısız olan bir hükümetin iktidarda kalması zordur. Köklü yapısal tedbirler alınmaz ise küresel kuşatma sahipleri, her seferinde boğazımızı sıkmaya devam edeceklerdir. Ya siyaseten küresel şer güçlere teslim oluruz ya da ekonomiyi hedef alarak bir devleti neredeyse işlemez hale getirecekler. Böyle bir adımı da eş zamanlı olarak siyasal krizler ve sosyal patlamalar takip edecektir.

Bu hassas konu sadece Türkiye’nin sorunu değildir. Tüm İslam ülkeleri bu sorun ile yüzleşmektedir. Bu ülkelerin çoğu zaman siyaseten teslim olmalarının en önemli nedenlerinden birisi işte bu husustur. Bu sorunun aşılması için İslam ülkeleri hem kendi içlerinde hem de kendi aralarında bu kuşatmayı kırmak için köklü adımlar atmak zorundadır.

İslam ülkeleri en azından kendi aralarında herkesin maslahatına, formaliteden ibaret olmayan ekonomik paktlar kurabilirler. Neredeyse hiçbir konuda bir araya gelemeyen halkı Müslüman devletler, hiç olmazsa tüm Müslüman ülkelerin ortak sorunu olan bu hayati mesele için ortak karar alma iradesini göstermelidirler. Sadece karar almak yetmiyor, aynı zamanda alınan bu kararların arkasında güçlü bir şekilde durmak gerekir.

İran’da inkılaptan bu yana İran’ı teslim almak isteyen küresel şer güçlerin en fazla başvurduğu silah, ekonomi silahıdır. On yıllardır İran’a uygulanan ambargo olmasaydı bu gün bu ülke çok farklı bir yerde olurdu. Yine Afganistan’da İslam Emirliği kurulur kurulmaz, bu iktidarı terbiye etmek ve hatta mümkün olursa, teslim almak için kullandıkları ve kullanacakları en önemli silah ekonomidir. Yani ekonomi ile İslam ümmeti küresel şer güçlerin istediği istikamette terbiye edilmek istenmektedir.

Özellikle bu çemberi kırma noktasında eş zamanlı olarak iki hayati adım atılmalıdır.

Öncelikle üretim ekonomisine yönelmek gerekir. Üretim ekonomisi için de enerji ve pazar temel gereksinimdir. İşte İslam ülkeleri bu temel sorunu kendi aralarında çözme imkân ve potansiyeline sahiptir. Diğeri de küresel şer güçlerin en önemli unsurlarından dolar silahıdır. İslam ülkelerini en fazla zor durumda bırakan hususlardan birisi budur. İslam ülkeleri, ortak İslam dinarına geçmelidirler. Hatta bu para birimi, mümkünse, itibari değil, zati olmalıdır. Teknik imkânlar el vermiyorsa, itibari İslam dinarına geçilmelidir.

İslam ülkeleri bu kuşatmayı kırmak için ya ortak bir irade ortaya koyarlar ya da kurbanlık koyunlar gibi sıranın kendilerine gelmesini beklerler. Böylelikle 1. Dünya savaşı sonrası başlayıp günümüze uzanan esaret, belki de bir asır daha devam eder. Bu köleliğin halkalarını bir yerden kırmaya başlamak gerekir. Hiçbir şey imkansız değildir; önemli olan bu vizyon ve iradeyi ortaya koymaktır.

Bu tarihi adıma, Afganistan’da kurulan yeni yönetime yardım ile işe başlanabilir. Afganistan’ın yeni yönetimi; ekonomik anlamda, ABD, Rusya ve Çin’in insafına terk edilmemeli ve yıkılan ekonomi İslam ülkelerinin desteği ile ayağa kaldırılmalıdır.