Yasalar ve kurallar, toplumların ihtiyaçlarına cevap verebilmeli ve temel değerleri ile örtüşmelidir. Bir toplumu diğer toplumlardan ayrıt eden ve o toplunum kimliği olarak değerlendirilen değerler manzumesi vardır. Bu değerlerin bir kısmı yerel karakterli iken, bir kısmı da evrensel karakterlidir. Her halükarda bu değerlerin inanç ile yakın alakası vardır ve inançların gölgesinde şekillenmiştir. Hayatın normal akışına göre olması gereken de budur. Fakat kimlik bunalımı yaşayan toplumlar, kendi kimliğini temsil etmeyen ve ihtiyaçlarına cevap vermeyen kanunları baştacı yaparlar. Hatta birkaç kuşak geçtikten sonra, artık o toplum, bu kanunların hikâyesini unuturlar. Bu kanunlar, artık bir tabu haline gelir ve sorgulanmaz olarak kabul edilir. Hatta bu değerlere bir kutsallık atfedilir. Akl-ı selim insanların, ihtiyaçlara cevap vermeyen ve toplumsal kimliği yansıtmayan kanunları sorgulamaları büyük tepki ile karşılanır. Hatta bazen o kanunların mucidi olanlar, ihdas etmiş oldukları kanunları kısmen veya tamamen değiştirdikleri halde ithal edenler ilk asıllarına sımsıkı sarılırlar. Sorgulamayan ve taklitçiliği temel yaşam felsefesi haline getirenlerin temel özelliği budur.

Bu ülkede kurucu iradeyi mantıksal bir eleştiriye tabi tutma erdem ve cesaretini gösteremeyenler, çağın ihtiyaçlarına cevap veremeyen anayasayı yeniden yazmak yerine, her seferinde yamalama yoluna gittiler. Bu yamalama işlemi hala devam etmektedir. Yamalı bohçaya dönen bir anayasa gerçeği ile karşı karşıyayız. Şu an yaşamış olduğumuz toplumsal kimlik bunalımı ile sosyal ve siyasal sorunların temelinde bu anayasa vardır. Vesayetçi karaktere sahip olan ve aslında birçok darbeye de zemin hazırlayan bu anayasanın artık değiştirilmesi lazımdır. Tamamen ideolojik ön kabullerden arındırılmış ve bilimsel temellere dayanan bir anayasa yapılması gerekir. Bu anayasa, bir yandan temel evrensel değerler ve insan hakları konusunda güçlü bir vurguya sahip olmalı, öte yandan temel değer külliyatımız ile uyumlu olmalıdır. Yani ihtiyaçlarımıza cevap veren ve değerlerimizi referans alan bir içeriğe haiz olmalıdır.

Bunun yapılabilmesi için de evvela, Batının prangaları ile tutsak edilmiş zihinlerin değişmesi gerekir. Sorgulayıcı ve cesur bir duruş ile kurucu iradenin bize ait olmayan ilkeleri ile yüzleşilmelidir. Medeni dünyada kendi kimliğimiz ile bir aktör olabilmemiz ve medeniyet yarışında yerimizi alabilmemiz için bu sorgulama ve hesaplaşma şarttır. Tarihin paslı zincirlerinin paslanmış halkalarını kutsamanın kimseye bir faydası yoktur.

Evvela ne olduğumuza karar vermemiz gerekir. Biz toplum olarak kendimizi nasıl tanımlıyoruz? Bilateşbih, deve miyiz, kuş muyuz, buna karar vermemiz gerekir. Biz devekuşu misali, ne uçabiliyoruz ne de yük taşıyabiliyoruz. Eğer Müslüman bir toplum olduğumuzu ikrar ediyor isek, o halde, kanunlarımızın referansı niye kutsal değerlerimiz ve “bizi biz yapan” fikirler değildir?

Cumhuriyetten bu yana, yaşamış olduğumuz toplumsal çatışmaların ve kimlik bunalımlarının temel sebebi, anayasaya da güçlü bir şekilde damgasını vuran ideolojik ve ırkçı söylemlerdir. Selim bir akıl ve önyargılardan uzak bir düşünce ameliyesi neticesinde bu gerçek müşahede edilecektir.

Her şeyden evvel, yapılacak bir anayasada zihniyet değişikliğinden sonra, bir asırdır toplumsal yara haline gelmiş olan bu maddeleri değiştirmek gerekir. Akabinde yamalı bir bohçaya dönüşmüş olan bir anayasa yerine, yeniden bir anayasa yapmak gerekir. Ve madem anayasa toplumsal kanun ve kuralların omurgasını oluşturmaktadır, o halde bu anayasa çalışmasında başta diyanet olmak üzere birçok kurum ve kanaat önderinin görüşleri dikkatte alınmalıdır. İnançlarımız, temel referans olarak kabul edilmelidir. Aklın, mantığın, bilimselliğin ve insan haklarının egemen olduğu bir anayasa inşa edilmelidir.

Cesur olun ve cesur adımlar atın. Tarihi, sorumluluk alabilen cesur yürekler yazar. Tarihi bir hamle ile “insanı yaşat ki devlet yaşasın”, felsefesinin egemen olduğu sosyal bir devletin temellerini atan bir anayasa hedeflenmelidir. Tüm insanlığa örnek olacak evrensel değerler taşıyan bir yaklaşım benimsenmelidir. Artık biz başkasını değil, başkasının bizi örnek alacağı bir eser inşa edelim. Bizim “Frenk mukallidi” olmaya ihtiyacımız yoktur. Artık “Frenk mukallitliğine” son vermenin zamanı gelmedi mi? Zira bizim, kökünü vahiyden alan ve dalları kıyamete uzanan köklü bir kültür külliyatımız ve değerler manzumemiz vardır. Kendi elinin altındaki hazineyi göremeyip de başkalarının mezbeleliklerini karıştıran ve oradan medet uman zihniyete de yazıklar olsun.