Yıllardır bu memlekete tasallut eden azgın bir azınlık, aradan yıllar geçse de ve şartlar değişse de kendilerini bu memleketin yegane sahibi olarak görüyorlar. Kendileri dışında kalan halka ise bu güne kadar hep tepeden baktılar ve hor gördüler.
Bu halkın evlatları ve değer yaygıları, daima üvey evlat muamelesine tabi tutuldu. Özellikle dindar kesim sürekli olarak ötekileştirildi, en temel hakları ellerinden alındı. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, bu memleketin sahte sahipleri değil, gerçek sahipleri ilk defa haklar noktasında bazı imkanlar elde etti.
Nispeten özgür bir ortam oluşunca, insanımız bu azgın azınlığa dersini verdi. Nice zamandan beri bir daha iktidar yüzü göremediler. Millet iradesini ağızlarına sakız yapan ve helvadan putlarını acıktıklarında tereddütsüz yiyen bu iflah olmaz güruh, normal yollardan bir daha iktidara gelemeyeceklerini görünce her fırsatta aba altında sopa göstermeye çalışıyorlar.
Katı İslam düşmanlığının siyasi bir intihar olduğunu görünce, bu sefer, halkın dini duygularını sömürmek ve istismar etmek için olmadık yollara tevessül ettiler. Bunları hepimiz biliyoruz. Şöyle bir hafızamızı yokladığımız zaman sayısız örnekler hatırlarız.
Bunun da pek işe yaramadığını görünce, bu sefer darbeden ve bu memleketin altını üstüne getirecek tabii afetlerden medet ummaya başladılar. Bu yönelim, bu sefil zihniyetin iktidara gelebilmek ve milletin öz evladına öz yurdunda parya muamelesi yapabilmek için neleri göze alabileceklerini açıkça göstermektedir.
Bu memleketin yıkılması, insanların ölmesi ve ülkenin onlarca yıl geriye gitmesi, hiç mi hiç umurlarında değildir. Bunun adı ihanettir.
Ama ne yazık ki, bu ihanetin sert bir şekilde karşılık görmesi gerekirken, yine ayrıcalıklı muamelenin farklı bir tonu devreye girmektedir. Dindar bir insanın fikir özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilebilecek yaklaşımları, türlü türlü yaptırımlara maruz kalırken; darbe heveslilerinin beyanları, pek de hak ettikleri muameleyi görmüyor. Darbe çığırtkanlarının, çağrıları cezalandırılmadığı müddetçe şöyle veya böyle bu çağrılar devam edecektir.
Ama bu sesin sahipleri azgın bir azınlık olunca nedense, iktidardakiler son derece ürkek ve utangaç bir role bürünmektedirler. CHP zihniyeti hiçbir zaman darbe hevesini terk etmedi. Artık iktidar olmak için adeta neredeyse darbe veya büyük bir felaketin bu memleketi kırıma uğratması duasına çıkacaklar. Bu denli kendi memleketlerine ve insanlarına yabancılar. Kendilerini ötekileştirmenin oluşturduğu psikolojik sendrom haliyle, adeta, “bizden olmayanın canı çıksın, ne gam!” demekteler.
Yeni bir yıla girmemizle beraber, erken seçim çağrıları pek karşılık bulmayınca bu sefer senkronize gibi görünen teşebbüslere başladılar. Öğrencilerin, pandemiden dolayı tatilde olduğu bir dönemde, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri diye kamuoyunun karşısına CHP gençlik kolları ve marjinal sol grup militanlarını çıkardılar. Halk TV’deki darbe çığırtkanlığından ve eski bir genel kurmay başkanının hezeyanlarından ve çarpıtmalarından hemen sonra bu gösterilerin, öğrenci protestosuna pek de benzemeyen bir formatta cereyan etmesi manidardır.
Sözde “özgür üniversite” namına, “rektör atamasını protesto etme” adı altında yapılan gösterilerden yeni bir gezi çıkarılmak istenmektedir. Bu akademisyenin siyasi kimliği bahane edilerek başlatılan gösterilerin gerçek hedefinin rektör olmadığı ve öğrencilerin okullara dönüşü ile beraber üniversitelerin hareketlenmesi için bir zemin hazırlığı olduğu gözlemlenmektedir.
Ayrıca, söz konusu kişinin siyasi kimliğine bakıldığında söylenenden farklı bir portre ile karılaşmaktayız. Yine benzer durumda bir akademisyenin daha önceki yıllarda CHP’de siyaset yaptığı halde sonraki dönemlerde Boğaziçi Üniversitesi’nde önce rektör yardımcısı, daha sonra da rektör olarak atandığı görülmektedir.
Ama bu akademisyen için öğrencilerin böyle bir hassasiyeti ve protestosu söz konusu olmadığı gibi herhangi bir itirazları kayda geçmemiştir. Yani mesele; özgür üniversite değil, birilerinin hükümeti erken seçime zorlamak için senkronize hücum borusunu öttürmesi ile birilerin durumdan vazife çıkarma gayretidir.
Bir memlekette hukuk varsa, bu kurallar herkes için aynı şekilde işletilmelidir. Kişiye göre hukuk kuralları ve sistemi olmaz. FETÖ’nün darbe çağrısı hukuken nasıl cezai karşılık buluyorsa, bu azgın azınlık da aynı hukuki ve idari muameleye tabi tutulmalıdır.