Her toplumu biçimlendiren yerel ve evrensel değerler vardır. Toplumsal barış ve mutabakat için bu değerlerin korunması şarttır. Bu değerlerin açık hedef yapılması ve hürmetinin talan edilmesi, toplumsal barışı dinamitlemektir. Özellikle, bir toplumda yaşayan bireylerin çoğu tarafından benimsenen değerlerin hedef alınması, devletin istikrarı için de açık bir tehdittir. Her ne sebeple yapılmış olursa olsun, bu saldırıların infiale yol açması kaçınılmazdır.
Bu tür hadsizlikler, bireysel yaklaşımlarla şekillenebileceği gibi toplumsal barışı dinamitleyen güçlerin bir senaryosu da olabilir. Ya da toplum mühendislerinin nabız yoklama girişimleri de olabilir. Bu itibarla, bu konu, sivil tepkiye havale edilmeyecek kadar hassas ve önemlidir.
Bir toplum için bu denli hayati önem taşıyan bir konunun da kanuni güvenceye alınması kaçınılmazdır. Hayatın her alanında birçok konu kanuni teminat altına alındığı halde toplumu ilgilendiren hayati bir meselede yasal boşlukların olması büyük bir eksikliktir. Kanunun ve devlet refleksinin yetersiz kaldığı konularda yabancılaşma psikolojisi yaşayan fertler, kendi adaletlerini ve çözümlerini sergilemek isterler. Toplumsal hassasiyet taşıyan konulara kurumsal çözümler üretmek ve bu çözümlerin caydırıcı bir keyfiyeti haiz olması gerekir.
Son zamanlarda farklı nedenlerden dolayı, başta dini değerler olmak üzere, toplumumuzun hassas olduğu konulara dönük bir saldırı dalgasının varlığını müşahede etmekteyiz. Fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilemeyecek olan bu saldırganlıklar, topyekûn bir topluma karşı meydan okumadır. Uğrunda canlar verilecek ve her türlü bedel ödenecek konularda tüm topluma yönelik bir aşağılama söz konusudur.
Bu konuda gereken adımların atılmaması, iflah olmaz din düşmanlarını cesaretlendirmekte ve yeni vakaların meydana gelmesine sebebiyet vermektedir. Her geçen gün bu tür vakaların sayısı ve şiddeti artmaktadır. Toplumun temel dinamiklerine yönelik bu saldırılar, milli varlığa yönelik tehditler kapsamında değerlendirilmelidir.
Vatandaşın ne tepki gösterdiğine bakılmaksızın, milyonları aşağılayan bu densiz yaklaşımların toplumsal huzuru bozduğu göz ardı edilmemeli ve gereken adımlar atılmalıdır. Ayrıca sadece sonuçlarla uğraşılmamalı, bu sonuçları hazırlayan sebepler de mercek altına alınmalıdır.
Bir toplumun temel dinamiklerine yöneltilen saldırılar basit bir mantık ile ele alınacak olursa, her geçen gün toplumsal erozyonun yaşanılması kaçınılmazdır. Bu gün yaşamış olduğumuz yozlaşmanın temel sebeplerinden birisi de şüphesiz budur.
Gelelim vatandaşa…
Müslüman halkımız, kendi temel değerlerine ve inançlarına yönelik bir saldırıya gereken mukabelede bulunmalı ve bu konudaki rahatsızlığını yöneticilere hissettirmelidir. Birçok konuda ayağa kalkan halkımız, “bizi biz yapan” değerlere karşı bir saldırı olduğunda da tepkisini ortaya koymalıdır. Halk, büyük bir potansiyele sahiptir. Hangi kulvarda siyaset yaparsa yapsın, hiçbir yönetim, bu muazzam gücü göz ardı edemez.
Bu konuda yöneticiler herhangi bir adım atmıyorlarsa veya sadra şifa bir kanun yapmıyorlarsa, bu konunun bize de bakan tarafı vardır. Yani bu konuda bizim de ciddi anlamda bir sorumluluğumuz vardır. Vebale biz de ortağız.
Eğer 80 milyonun üzerinde bir nüfusa sahip ve kahir ekseriyeti Müslüman olan bir ülkede bazı İslam düşmanları Peygamberimize hakaret edebiliyorsa ve yine yerli Çarli Hebdolar pervasızca İslam’ın Aziz Peygamberi’ni hedef alabiliyorsa, oturup düşünmemiz lazım. Bu konuda üzerimize düşen vazifeyi yapıp yapmadığımıza bakmamız lazım.
“Annem babam sana feda olsun ya Resulallah” diyoruz ama bunun gereğini yapmıyoruz. Kırmızı çizgilerimizi gözümüzün önünde çiğneyen ve bizleri aşağılayan iflah olmaz İslam düşmanlarının ve çağdaş Ebu Cehillerin pervasızlığı karşısında ne yaptık? Milyonlar tepkisini gösterseydi elbette kimse İslam’a ve Peygambere dil uzatmaya cüret edemeyecekti.
Ayrıca devlet yetkililerini de Müslüman bir birey olarak bu konuda sorumluluklarının ne olduğunu düşünmeye davet ediyoruz. Başkalarının kutsallarına saldırı kesinlikle fikir özgürlüğü değildir.
Fikir özgürlüğü altında yapılan din düşmanlıkları kabul edilemez. İslam’a karşı yapılan saldırıların bir kısmı fikir özgürlüğü olarak kabul edilirken; İslam alimlerinin veya Müslüman akademisyenlerin bazı açıklamaları, fikir özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerekirken, linç kampanyasının malzemesi olarak kullanılmaktadır.
Katılır veya katılmazsınız, fikir adamlarının hakaret içermeyen düşünceleri neden mahkûm ediliyor? Mahkûm edilen fikir adamlarının tamamının İslami kesimden olması son derece üzücü ve düşündürücüdür. Neredeyse İslami cenahtan hiç kimsenin ağzının açılmasını istemiyorlar. Azgın bir azınlık rahatsız oluyor diye, bu düşünce adamlarını en fazla linç edenlerin de muhafazakar görünen “tuzu kuruların” olması son derece ilginçtir.
Herkes için sonuna kadar fikir özgürlüğüne “evet” ama inançlara hakarete ise kesinlikle “hayır” diyoruz.