Son zamanlarda yaşanan ibret verici gelişmeler, bize 28 Şubat sürecini hazırlayan zemini hatırlatmaktadır. Bu süreci planlayan aktörler, kullandıkları piyonlar vasıtasıyla çok iyi bir kamuoyu hazırladılar. Dindar kılıklı saha ajanları vasıtasıyla ve bu ajanların yanına bir kısım gafil basiretsizi de katık yaparak süreci hazırladılar. Yıllar sonra iş işten geçtikten sonra bu tezgâh ve oluşturulan fotoğraf net bir şekilde anlaşıldı ama olan da oldu. “Bin yıl sürecek” denilen bir zulüm ve din düşmanlığının startı verildi.

Bu günlerde de gizli odaklarla ilişkileri olan kimi şahıslar ve gafletleri zirve yapmış olanlar, farklı niyetlerle, kirli bir oyunun figüranları olarak kamuoyunun karşısına çıkarılmaktadırlar. Arka planda “karanlık odalarda”, “doğudan” gelen fısıltılarla kulakları doldurulan kimi şahıslar, üzerlerine vazife olmayan kimi konularda adeta Türkiye’yi saatli bomba gibi göstermeye çalışmaktadır. Felaket tellalları üslubu ile Türkiye’nin siyasal ve sosyal fay hatlarının hareketlenmesine ramak kaldığını haykırmaktadırlar. Bu arada, iktidar ve halk üzerinde bir panik havası oluşturmak istenmektedir.

Her nedense bu süreç, dindar görünümlü ama arka tarafta “yetmiş yedi milletten” odaklarla iş tutanlar vasıtasıyla yapılmaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün akamete uğratılmasında başrol oynayan tarikatler, hedefe konuldu. Bu süreçte tarikatların sahadaki muazzam  gücünü gördüler. O tarihten sonra farklı bahanelerle tarikatlar hedefe konuldu ve tarikatların bu gücü kırılmak istendi. Tarikatların bu toplumun bir gerçeği olduğu ve muazzam bir oy potansiyeli olduğu için siyasiler bu kurumlarla direkt inatlaşma yoluna gitmeyi seçmezler. Siyaset aklının gereği; dışarıdan bir zorlama olmadığı müddetçe, tarikatlarla kontrollü bir ilişki geliştirmeye çalıştılar. AK Parti gibi muhafazakar bir partinin iktidarı döneminde, siyasilerin kendi iradeleri ile kolay kolay cesaret edemediği bir süreç başlatılmak istenmektedir. Önce kamuoyunda piyonlar vasıtasıyla tarikat ve cemaat karşıtı bir atmosfer hazırlanacak. Bu durumda muhafazakâr bir iktidarın tarikat ve cemaatlere yönelik operasyon başlatılması için baskı grupları kullanılacak. Eğer yoğun bir toplum ve kamuoyu mühendisliği netice verirse, tarikat, cemaat ve İslami hareketlere yönelik operasyon süreci başlayacak. İşte bu süreç böyle işlerse, asıl o zaman korkulan senaryo hayata geçecek ve toplumsal kaosun zemini hazırlanacak. Böyle bir süreç, AK Parti iktidarını siyaseten zayıflatır. Operasyona haksız bir şekilde maruz kalan cemaatler tamamen AK Parti’ye karşı cephe alacağı gibi ehli vicdan da bu haksız tavır karşısında AK Parti ile arasına mesafe koyacaktır. Bu toplumun ve özellikle Ak Parti’nin harcı ve çimentosu olan bu yapıların yeniden konumlanmaları büyük siyasi kırılmaları beraberinde getirecektir. Ve toplumun temel savunma refleksleri devre dışı bırakılacaktır. Yarın bir darbe girişimi veya benzeri bir süreç gelişirse, bu kesimlerin aynı performans ve fedakarlıkla sahada olacaklarını söylemek bir hayli güçtür. Siyaseten de iktidar partisi önemli bir güç kaybedecektir. Kirli odaklar ve farklı hesaplarla onların emellerine alet olanlar, önlerinde en büyük engel olarak gördükleri İslami yapıları tasfiye sürecini başlatmak istemektedirler.

Kısacası siyasi iktidar, çok önemli bir tuzağın içerisine çekilmek istenmektedir. Siyasi iktidar, bu tehlikeli tuzağı görmez ise harakiri yapmış olur. Sarıklı, cüppeli; hoca, şeyh kisveli ama hakikatte, kirli odakların ayakçısı olan şahıs ve kurumlara itibar edilmemeli ve hazırlanan kirli tezgahlar, aktörlerinin ayaklarına pranga olarak vurulmalıdır. Tam sözün burasında anımsadığımız bir hikaye ile sözü bitirmek istiyorum.

Bir gün, yaralı bir kuş, Hz. Süleyman'a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz. Süleyman, dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona sorar:
“Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?”
Derviş kendini şöyle savunur:

 “Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim.
Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı.”
Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve şöyle der:

 “Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın? O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. Şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun.”
Kuşun kendini savunması Hz. Süleyman'ı da şaşırtır:
“Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.”
Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder.
Ancak bu emre kuş itiraz eder: “Efendim, sakın böyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır.
“Neden” diye sorar Hz. Süleyman.
Kuş nedenini şöyle açıklar:
“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın.
Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.”