Uzun bir aranın ardından Suriye yeniden hareketlenmeye başladı. Bazı şehirlerde başlayan protesto hareketleri, patlayan bombalar ve otorite zafiyetinin getirdiği bir takım olaylara şahit oluyoruz.

Öncellikle Rusya’nın yeniden bazı köyleri ve yerleşim yerlerini bombalamaya başladığını görüyoruz. Suriye’deki savaşın küresel aktörlerinden olan Rusya, Suriye’de çok büyük insan hakları ihlallerine imza attı. Suriye’yi adeta bir canlı tatbikat sahası olarak gördü. Göreceli bir hareketsizliğin ardından Rusya yeniden yeni savaş suçları işlemek ve mazlum kanı dökmek üzere harekete geçmiş bulunmaktadır. Bu anlamda göreceli sakin geçen dönemi iyi tahlil etmesi beklenen bölgesel aktörlerin, ivedilikle siyasal çözüm yollarını zorlamaları gerekir. Savaş ve barış arasındaki farkın her açıdan sonuçlarının iyi değerlendirilmiş olması beklenmektedir. Savaşın yıkıcı sonuçları sadece Suriyelileri değil, aynı zamanda tüm bölge ülkelerini derinden etkiledi. Bu fetret döneminin milat kabul edilerek yeni bir sürecin inşası noktasında bir yol haritası çizilmelidir. Bölgesel aktörlerin bu noktada ciddi bir irade ortaya koyması ve beraberce hareket etmesi umut edilmektedir.

Suriye sahasına dair söylenmesi gereken bir diğer husus da; Suriye’nin, Afganistanlaşmaması için gereken önlemlerin alınmasıdır. Afganistan’da olduğu gibi Suriye’de de savaş ağalarının türememesi ve hukuksuzluğun, yegane hukuk kaynağına dönüşmemesi için gereken tedbirlerin alınması icap eder. Özellikle son zamanlarda Suriye’nin kuzeyinde meydana gelen bir takım hadiseler, kaygı uyandırmaktadır. Savaş ortamının hengamesinden rant çıkarmak isteyen örgüt, aşiret, suç örgütleri ve bireylere kesinlikle fırsat verilmemelidir. Suriye’nin farklı bölgelerinde işlenen savaş suçları, başka savaş suçlarının işlenmesini kesinlikle meşru kılmaz. Deyrezzor, Haseke, Rakka vb. gibi yerlerde; küresel güçler, bölgesel aktörler veya yerel unsurlar tarafından işlenen savaş suçları ve insan hakları ihlalleri, başka yerlerde de bu suçların işlenmesini meşrulaştırmaz.

Bazı gruplar, kurumsal hareket mantığından ziyade aşiret mantığı ile hareket etmekte ve rövanşist duyguları temel hareket zeminine dönüştürmektedir. Bu gruplar, hakimiyetlerine terk edilen bölgelerde hukuku hiçe sayarak insan hakları ihlallerine imza atmaktadır. Özellikle Afrin, Azez gibi yerlerde insan hakları ihlallerinin yaşandığına dair ciddi duyumlar alınmaktadır. Özellikle çok bileşenli ÖSO’nun bünyesi altındaki bazı unsurların insan haklarını çiğnediğine dair kaygı verici gelişmeler yaşanmaktadır. Adam kaçırma, fidye, yargısız infazlar gibi temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran suç eylemleri herkesi tedirgin etmektedir. Bu tür eylem ve vakalardaki artış, feodal ve hizipsel mantığın, profesyonelliğe ve kurumsallığa baskın geldiği endişesini doğurmaktadır. Özellikle silahlı grupların, sadece vatandaşlara dönük suç karakterli yaklaşımları son derece üzücüdür. “Herkes haklı olduğu kadar güçlüdür” mantığı yerine, “elinde silah olan ve güçlü olan haklıdır” mantığı, yeni bir kaosun habercisi olabilir. Özellikle Afrin’de Kürtlere karşı ortaya konulan tutumun tasvip edilebilir yanı yoktur. Bölge, hiçbir şekilde silahlı grupların insafına terk edilmemelidir. Özellikle suç işlemeye öteden beri meyilli bazı grupların kontrol altında tutulması gerekir. Yaşam hakkı başta olmak üzere, temel insan hakları ve özgürlüklerin korunması konusunda azami hassasiyetin gösterilmesi gerekir. Burada meydana gelecek insan hakları ihlalleri, yerel gruplardan daha ziyade Türkiye’nin hanesine yazılmaktadır. Bu bölgede hakim olan Türkiye’nin insan hakları konusunda gereken hassasiyeti göstermesi gerekir. Özellikle Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlerde can güvenliğinin yanı sıra kültürel haklar konusunda da gereken hassasiyet gösterilmeli ve örnek bir model ortaya konulmalıdır. Kürt kimliği ve ulusal varlığını yok sayma anlamına gelecek adımlardan şiddetle sakınmak gerekir. Mesela Afrin’de, eğitimde, Kürt dil, kültür ve kimliğinin yok sayılması son derece yanlış ve endişe vericidir. Nüfusunun büyük bir kısmı Kürt olan yerlerde, eğitim dilinden, tabelalara kadar, hiçbir yerde Kürtçeye yer verilmemesinin hakkaniyet ile bağdaşır tarafı yoktur. Sosyal barış, sosyal dokuyu olduğu gibi kabul etmekten geçer.

Suriye savaş ağaları tabirinin hayat bulmaması adına, bölge halkı silahlı grupların insafına terk edilmemelidir. Ayrıca bölgenin demografik ve sosyal dokusunu tahrip edecek adımlardan şiddetle kaçınılmalıdır.