Yapılan bazı araştırmalar çerçevesinde; gezegenimizin kaynaklarının insanlara yetmeyeceği teorisi ortaya atılmaktadır. “Sürdürülebilirlik” kavramı çerçevesinde, neler yapılabileceğine dair çözüm önerileri ortaya konulmakta ve yeryüzündeki kaynakların tasarruflu kullanılması tavsiye edilmektedir genellikle. Sunulan tavsiyelere bakıldığı zaman, genelde kaynaklardan ya çok az pay alanlar ya da hiç pay alamayanlar sorumlu davranmaya davet edilmekte, aslında gezegenimizin gerçek kara delikleri görmezlikten gelinmektedir.

Evet, dünya ekonomisini; başını Yahudi ailelerin çektiği birkaç bin aile hortumlamaktadır. Aslında insaf çerçevesinde yapılan bazı araştırmalar, bize sorunun kaynağını da göstermektedir. Dünyadaki 2 bin küsur şahsın serveti, dünyada yaşayan 4 milyar insanın servetinden daha fazladır. Sadece bu veri; yeryüzünde gelir ve kaynak paylaşımındaki korkunç adaletsizliği göstermenin yanı sıra, aslında sorunun temel kaynağını da göstermektedir. İşte çözüme tam da bu noktadan başlamak lazım. Dünya halkları, ayağa kalkmalı ve gezegenimizi talan eden ve açlığa mahkûm eden bu bir avuç azınlığa karşı sesini yükseltmelidir. Bu gün dünya üzerindeki savaşların temel nedeni işte bu ailelerdir. Hatta neredeyse savaşların tamamını da bu aileler çıkarmaktadır. Taraflar savaşırken, silahlarını satarlar ve kopan gürültüden, dağılan dikkatlerden uzak bir şekilde kaynakları talan ederler. Bununla yetinmez ve savaş sonrası bu kaynakların talanına devam etmek için gereken altyapıyı hazırlarlar. Savaş bittikten sonra da bu sefer yıktıklarını yapmak için tekrar devreye girerler. İmar ve iskan faaliyetlerinin ihalelerini alırlar. Bu sefer inşa ederek para kazanırlar. Yani her halükârda talan ve yağmaya devam ederler. Bu döngü, her seferinde tekrar eder.

Dolayısıyla para babaları, sömürü ve talan için her türlü ahlaksızlığa tevessül ederler. Bu gerçeği görmeyenler, gezegenimizin kaynaklarının insanlara yetmediğini ileriye sürerler. Aslında gezegenimizin kaynakları insanlığa fazlasıyla yetmektedir. Ama doymak bilmeyen gözler, bu kaynakları talan etmekte ve bütün insanlığın payına el koymaktadır. Adil bir bölüşüm söz konusu olsaydı, bu gezegenin kaynakları, bir o kadar insanı daha beslemeye kifayet ederdi.

Kaynakların yetersiz olduğunu ileri sürenler, Ay’a ve Mars’a koloni kurma gibi faaliyetlerden bahsetmektedir. Kimisi, insan nüfusunun, kimisi de hayvan nüfusunun azaltılması gerektiğine dair teoriler ortaya atmaktadır. Hatta insan nüfusunun yarısının ortadan kaldırılması gerektiğine dair çılgınca fikirler ortaya atılmaktadır. Hatta geliştirdikleri ilaç ve kimyasallarla kısa ve uzun vadede geri kalmış toplumlarda ölümlere yol açan zalimler vardır. Ve mazlumların kaynaklarını talan eden bu caniler, mazlumlara kalan bir lokma ekmeği bile kendilerine çok görüp hayat hakkı bile tanımamanın peşindeler. Temel sorun açgözlülüktür. Bu soruna çözüm bulunmalıdır. Gezegenimizi tehdit eden en büyük canavar, işte bu insanların doymak bilmeyen arzularıdır. Bu canavarca ve paylaşmak bilmeyen zihniyet var oldukça, yeryüzünde sadece birkaç bin insan kalsa bile yine kaynaklar yetersiz kalacaktır.

Bu zihniyet, hem insanlar hem de hayvanlar için en büyük tehdittir. Bu zihniyetin en son kurbanı, Avustralya’da yaşayan yabani develer olmuştur. Zavallı develerin çok su içtikleri ileri sürülerek, binlercesi katledildi. Tarih boyunca, Batı medeniyeti işte bu vahşi zihniyet üzere inşa olmuştur. Batı medeniyetinin temelinde; ezilmişlerin acıları, kemikleri, kanı, gözyaşları ve bedenleri vardır. Yine tarih boyunca en büyük hayvan katliamları da bu medeniyet mensuplarının eli ile gerçekleşmiştir.

İnsanlık büyük canavara karşı ayağa kalkmalı ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kaynakları talan edenlere “dur” demelidir.

Özgür dünya, “birkaç bin aile niye insanlığı sömürüyor” deyip insanlığın geleceğini tehdit eden bu doymak bilmeyen canavarlara karşı ayağa kalkmalıdır.

Şimdi soruyorum:

Kabahat kimde, develerde mi yoksa bütün gezegeni işkembelerine indirmek isteyen canavarlarda mı?