Afiyet Sıddıki…

Müslümanların ayaklar altına alınan onurunun resmi…

İşte böyle sesleniyor Afiyet Sıddıki, tüm Müslümanlara…

Bana, sana, hepimize, tüm Müslümanlara, alimlere, mücahitlere, kalem erbabına, özellikle de idarecilere…

Bu çağrı ve “hawar”, direnişi omuzlayabilen ve öfkeyi onuruna katık edinebilen herkese…

Yaşadığını zanneden yürüyen ölülere…

Bu çağrı, bu feryat, tüm Müslümanları yükümlülük altına sokarken, nasıl da hiçbir şey olmamış gibi davranıyoruz…

Oysa, “ey Müslümanlar” feryadı ile başlayan imdat çağrısı için ordular hazırlanırdı.

Ölüm yüklü bulutlar Muhammedi bir rüzgâr ile gazabını boşaltmak için düşman memleketine doğru yol alırdı.

Yahudilerin bir Müslüman kadının onuruna el atması ile Hz. Muhammed (SAV) bir ordu yola çıkarmıştı. Zalimler, Müslüman onuruna el atmanın bedelini ağır bir şekilde ödemişlerdi. İşte o Muhammedi ruh ve gayret, mazlumlar için ümit, haddi aşan zalimler için ise bir gazap bulutu idi. Müslüman, ümidin ve kurtuluşun adı idi. “Ey Müslüman” çağrısı, orduları harekete geçiren muazzam bir çağrı idi. Müslüman, ümidin adı idi ve kendisine sığınılacak emin bir gölge idi. Sadece mazlum Müslümanlar için değil, aynı zamanda müttefik ve dostları için de böyle idi. Tarih, bunun canlı şahididir.

İşte biz böyle aziz bir dinin mensubu ve böyle yiğit bir peygamberin ümmetiyiz. Ama yapılan “ey Müslümanlar” çağrısı, şimdilerde bizde karşılık bulmuyor ve zulüm düzenini yerle yeksan edecek bir tufana dönüşmüyor.

Bir bilim insanı olan Sıddıki, her türlü hak ve hukuk çiğnenerek, kendi beldelerimizin birisinden, kendi vatanımızdan, Pakistan’dan alınarak Amerika’ya götürüldü. Her türlü zulüm ve işkenceye maruz kaldı, hem de küçücük çocukları ile beraber. İslam ümmetinin ve insanlığın sükûtundan cesaret alan küresel haydut Amerika, kadınlarımızı evlerimizin içinden alıp zindanların dehlizine atabiliyor ve her türlü onursuzluğu ve zulmü yapabiliyor. Sahi, biz niye yaşıyoruz? Eğer onurumuz, dinimiz, kadınlarımız, çocuklarımız için ölmeyeceksek, ayağa kalkmayacak isek niye nefes alıp veriyoruz? Bu gün Allah Resulü aramızda olsaydı ne yapardı? Ne yapacağını hepimiz biliyoruz? O’nun mucize ve sünnetlerine talip olduğu iddiasında olan bizler, niye O’nun zora talip olduğu gibi talip olmuyoruz ve bedel ödemeyi göze almıyoruz?

Bu mazlum Müslüman, beni kurtaracak biri yok mu, diye seslenirken, herhalde hala içinde Muhammedi gayret ve onuru taşıyan, yüreğinde Muhammedi volkanı saklayan birileri elbette vardır diye düşünmüştür. Ama nereden bilsin ki, İslam ümmetinin üzerine ölü toprağı serpilmiş ve yerin altının yerin üstünden daha hayırlı olduğu günleri yaşadığımızı?

Bilmiyorki, iki milyara yaklaşan bir nüfusu ile bir devi andıran İslam ümmetinin adeta ölüm uykusuna yattığını, baharı bir türlü gelmeyen kışları yaşadığını veya şafağı bir türlü sökmeyen gecenin örtüsüne büründüğünü…

Nerden bilsin, ümmetin ruhuna dört tekbir ve bir Fatiha’nın çoktan okunduğuna…

Guantanamo’da bir müddet kalan ve günlüklerini yazan bir zatın, bu mazlum bacımızın yaşadıklarına dair yazdıkları küçük notlar bile ne kadar büyük bir zulmün ve dehşetin söz konusu olduğunu anlatmaya yetiyor da artıyor. Her bir Müslüman’ı yükümlülük altına sokan bu durum, İslam ümmetinin vicdanında karşılık bulabilecek mi, beraberce göreceğiz. İnsanlık ve Ümmet, Afiyet Sıddıki ile bir imtihan yaşıyor.

Geç de olsa bir mazlumun küresel haydudun zalim pençeleri arasından alınması ve toza toprağa bulanmış insanlık onurunun, insanlık ufkundan beliren yiğitlerin elleri ile kaldırılması umudu ile…