Bu güne kadar Amerika’ya dayanan ülke ve halklar, bazen uzun vadede bazen de uzun vadeye kalmadan, kısa vadede ABD ile yapmış oldukları işbirliğinin bedelini ağır ödemişlerdir. Ortadoğu’daki halkların ve ülkelerin tarihleri bu türden örneklerle doludur. “Tarih tekerrür etmesin” niyeti ile tarihe ibret nazarıyla bakanlar, dönemin şer güçleri ile ittifak yapan milletlerin acı sonlarını müşahede edeceklerdir. Mesela; Moğollar ve Haçlılar ile işbirliği yapanlar, sonraki dönemde bunun bedelini, müttefik postu giymiş kurtların eli ile ödemiştir.
Bekasını ve sömürü düzenini, başka milletlerin ihtilaf, çatışma, gözyaşı ve kanları üzerine kuran ABD, bu klasik politikasından vazgeçmemiştir. Bir coğrafyada çatışan taraflar varsa, her iki taraf ile ilişkisi olur ve duruma göre taraflardan birisine verilen destek ağır basar. Genellikle iki taraftan birisi daha güçlü hale getirilir. Taraflardan birisi zayıflayınca, bu defa diğer tarafa yol verilir. Ne kimsenin zafer kazanmasına ne de kimsenin bitmesine izin verilir. Ve bu çatışma döngüsü bu şekilde devam eder. Bir USA klasiği haline gelen bu politika, defalarca uygulandığı halde hala güncelliğini korumaktadır.
Hemen yakın tarihe baktığımız zaman, bu klasik politikanın kurbanı olmuş bazı siyasi figürleri hatırlarız. Zamanında Amerika’nın en sadık müttefiki hatta Ortadoğu’daki jandarması olan ve ABD’nin yönlendirmesi ile yıllarca İran ile savaşan Saddam Hüseyin’in sonu yine ABD’nin eli ile oldu. Kuveyt’in ilhakı meselesinde önce Saddam’a göz kırpıldı. Ama daha sonra ise Kuveyt’ten çekilmesi ültimatomu verildi. Bu ültimatoma direnen Saddam için sonun başlangıcı süreci start aldı. Yıllarca sırtını ABD’ye dayayıp herkesi karşısına alan Saddam, ABD ile zıtlaşınca da kimseyi yanında göremedi. Terk ettikleri ve zulüm ettikleri, kendisini terk etti.
Suriye krizi patlak verince, ABD’nin yönlendirmesi ve fısıldaması ile Halep dâhil, Suriye’nin bir kısmını topraklarına şu veya bu yolla katmanın hesaplarını yapan Türkiye, ABD’nin aldatılmışlığı ile yüzleşen bir diğer devlet oldu. ABD, Türkiye’yi yalnız bırakmakla kalmadı, Türkiye karşıtı bir sürecin mimarı ve icracısı oldu.
Barzani, ABD’nin klasik politikalarının mağduru olan bir diğer lider olarak karşımıza çıkar. Bağımsızlık referandumunda ABD bizi şaşırtmadı.
Ve Pkk/PYD…
Suriye’de kendi ajandasını uygulamaya koymak ve bu ajandayı uygularken de zayiat vermemeye özen gösteren ABD, karada kendisine sözde müttefik, özde mayın eşeği olacak birilerini aradı. Herkese kendisini ispat derdinde olan ve hiçbir kaygı ve prensip tanımayan Pkk, Amerika ile el sıkıştı. Amerika aradığını bulmuştu. Suriye’de başta petrol sahaları olmak üzere stratejik bütün noktalara Pkk yönlendirildi. Önce ağır hava bombardımanı uygulanan yerlere Pkk sürüldü. ABD, tamamen kendi yönlendirmesi ile Pkk/PYD kisvesi altında, kendini göstermeden, Suriye topraklarını işgal edip petrol kaynaklarını talan etti. ABD’nin çıkarları uğruna sadece Suriye değil, diğer ülkelerden de getirilen Kürd evlatları Suriye topraklarında ABD emperyalizmi için feda edildi.
ABD, etkin bir lejyoner sistemini Kürd evlatları üzerinden kurdu. Binlerce tır silah sevkiyatı yapıldı. PYD’ye “güçlü ve ABD müttefiki bir devlet ve uluslararası himayeye alınmış” fikri fısıldandı.
Güç zehirlenmesi yaşayan PYD, Türkiye’nin kararlı duruşu karşısında ABD’nin “ben yokum” demesi ile gerçeklerin soğuk yüzü ile karşılaştı. PYD’ye binlerce tır silah sevkiyatını yapıp Türkiye’nin sinir katsayısını ve tehdit algısını en üst seviyeye çıkardı ve “artık ben yokum” dedi. Yani klasik bir iblislik manevrası ile iki tarafı en üst perdeden karşı karşıya getirdi. Şaşırdık mı, hayır… Çünkü ABD bunu hep yapıyor. Görmeyen gözlere yazık…