ABD`nin, İslam dünyasına karşı 2001`de başlattığı Haçlı seferinden bu yana İslam beldelerine baktığımız zaman, Müslümanların kenetlenmesinin zarureti ortaya çıkmaktadır. O günden bu yana gerek işgalci güçlerin saldırıları gerekse de iç çatışmalar neticesinde milyonlarca insanımız katledildi ve beldelerimiz adeta taş devrine döndü. Bu gün İslam coğrafyasındaki birçok kadim ve tarihi şehrimiz adeta birer moloz yığını ve enkaza dönmüşlerdir. Bu saldırılar belki de İslam ümmetini onlarca yıl geriye götürdü ve halen götürmeye devam etmektedir. Bu süreci durdurmak ve suyu tersine akıtmakla mükellefiz. Musul, Şam, Halep gibi beldeler neredeyse birer harabe şehir haline geldi. Oysa burada medeniyetimiz ve kadim hafızamız saklı idi. Bir tarih ve kültür, bu şehirlerde beton yığınlarının altında kalıp adeta tarihe karıştı.

Bizi biz yapan değerlerle ayağa kalkmadıkça bu çöküntü hali devam edecektir. Uçağını, füzesini alan; coğrafyamızı harabeye çevirmeye, bombalamaya devam edecektir. Siyasi hırs ile gözleri kör olmuş zavallı siyasi aktörler, küçük hesapları için birilerini beldelerimize davet etmekte ve onlar da bizi kıyımdan geçirmektedir. Şu anda bu tabloya şahitlik etmeliyiz.

Bu asrın başından itibaren yaşamış olduğumuz yeni süreç bizlere çok şey öğretti. Bir ve beraber olmadığımız zaman, teker teker diz çökmek zorunda kaldığımızı gördük. Bir gün sıranın kendisine gelmeyeceğini zannedip misafir sanatçıları oynayanların veya halkından yüz çevirenlerin bizatihi Batılı efendileri tarafından nasıl bozuk para gibi harcandığını gördük.

Belki de bu sürecin bize öğrettiği en temel kaide şu oldu:

Emperyalist güçlere karşı ümmet ruhu ile ayağa kalkıp her türlü işgale karşı ortak strateji ile hareket edip fiili olarak direniş cephesi oluşturmalıyız. Kendi aramızdaki sorun ve anlaşmazlıklarda da mutlaka müzakere felsefesi ile hareket etmek durumundayız. Silahlarımızı iç sorunlarımızda değil, dış düşmanlarla olan hesaplaşmalarımızda kullanmalıyız. Silahla iç sorunlarımızı hiçbir zaman halledemediğimiz gibi mevcut sorunlar daha da derinleşti ve içerisinden çıkılamaz hale geldi.

Siyaset hırsı ile bizi biz yapan değerleri kitap sayfaları arasında unuttuğumuz zaman, sorunlarımız derinleşti ve eksenimizi kaybettik.

O halde; mevcut sorunlarımızı diyalog, müzakere ve siyaset zemininde çözmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Denenmiş ve fayda vermemiş yöntemlerde ısrar etmek büyük bir yanılgıdır. Böyle bir ısrar, İslam ümmeti için büyük bir felaket olacaktır. Acilen müzakere masasına ve ümmet konseptine dönmeliyiz. Müzakere masasından biraz fedakarlıkla elde edeceğimiz her çözüm, silahla elde etmeyi umduğumuz ve bir türlü de elde edemediğimiz neticelerden daha evladır. Bu günkü sorunların çözümünde ortaya koyacağımız yöntemlerin uzun vadedeki neticelerini iyi düşünmeliyiz.

Bu çerçevede başta Yemen ve İdlip`te olmak üzere, beldelerdeki mevcut sorunlarda, İslami ve insani hassasiyetlerin korunması gerektiğini düşünüyoruz. Sorunlar müzakere masasında çözülmeli ve insani krizlerin yaşanması engellenmelidir. Yemen`de açlıktan ölen çocukların, İdlip`te ölen sivillerin birinci derecede sorumlusu bu ümmetin kan ve savaş baronlarıdır. Savaşa yeterince tanıdığımız fırsatı artık diplomasiye de tanımanın zamanı gelmedi mi?