Suriye`de asıl ve en büyük tehlike, ABD`dir. ABD, Suriye sahasını toz dumana ve içerisinden çıkılamaz sorunlar yumağına çevirirken ve dikkatleri başka tarafa çekerken, Suriye`de işgal etmiş olduğu stratejik noktalardaki varlığını muhkemleştirme yoluna gitmektedir. Suriye`de petrol, su kaynakları ve yer altı zenginliklerine sahip noktalar, ABD`nin yönlendirmesi ile PYD tarafından işgal edildi. Daha doğrusu buraları PYD`ye işgal ettirildi. ABD buraları işgal etti ve tüm engelleri bertaraf ettikten sonra, buraları PYD`ye ait gibi gösterdi. Oysa buraların gerçek işgalcisi ABD`dir. Bunun en bariz delillerinden birisi de Deyrizor`u ele geçirmek isteyen rejim güçleri, paralı Rus kuvvetleri ve rejim yanlısı milislerin; ABD`nin şiddetli direnişi ve saldırısıyla karşılaşması ve geri çekilmek zorunda kalmasıdır. ABD nereyi gösterirse, vekâlet savaşını yürüten güçlerin, orayı işgal etmekten başka seçenekleri yoktur. ABD, vekâlet savaşını yürütenlerin ismini SDG olarak değiştirip, buraların Suriye`ye ait unsurlar tarafından ele geçirildiği manipülasyonu yaptı. Fırat`ın doğusu işgal altındadır. Suriye`nin diğer yerlerinde adeta kıyamet koparken, pek kimse Suriye`nin bu kısmından bahsetmiyor. Ayrıca ABD işgali; Rakka, Deyrizor gibi Suriye`nin iç taraflarına kadar uzanmıştır. Yani buradaki tehlike büyüktür. Bu tehlike sadece Suriye`nin toprak bütünlüğünü değil, tüm bölge ülkelerinin ulusal güvenliklerini tehdit etmektedir. Bu itibarla, bölge ülkelerinin, asıl büyük tehlikeyi görmesi lazımdır. Burası bir çözüme kavuşturulmadan, Suriye`de kalıcı bir çözümün olmasına imkân yoktur. Fırat`ın batısında şöyle veya böyle bir çözüm zemini oluşsa bile, bahsedilen alanda bir çözüm olmadıkça yine başa dönülür. Yıllarca sürecek kanlı savaşlar yaşanabilir. Böyle bir sürecin, bölge insanının dokusunda ciddi tahrip etkisi olabilir. Şu an mevcut olmayan bazı sorunlar ortaya çıkabilir. İran ve Türkiye başta olmak üzere, bölgenin etkin aktörleri, bu sürecin başına, ilk günlerine dönmeyi çok temenni edeceklerdir.
Suriye`nin sıcak bölgelerinden birisi olan Afrin`de son dakika itibariyle yeni bazı gelişmelerden bahsedilmektedir. Aslında bu gelişme sürpriz olmadı. Bu gelişme, olası hamlelerden birisi olarak görünüyordu. İlke ve prensiplerin geçerli olmadığı, sadece çıkarların egemen olduğu ve her hamlenin, “konjonktür gereği” söylemi ile meşrulaştırıldığı bir zeminde her şey beklenebilir. Sorunların giriftleştiği, saha oyuncularının birbirlerine karşı pozisyonlarının çok bilinmeyenli bir denkleme dönüştüğü bir zeminde, rüzgarın yönü her an değişebilir. Böyle bir zeminde pergel gibi olmak lazımdır. Eğer bölge ülkeleri, “pergel felsefesi” ile hareket etmiş olsaydı, bu gün bu kadar yıkım yaşamamış olacaktık. Yeri gelmişken belirtelim ki, müzakere kültürünü ihmal etmenin ne büyük bir felaket olduğunu yaşadığımız her bir tecrübe doğrulamaktadır. O halde, halkı Müslüman olan ülkeler, eğer sorunlarını savaş yolu ile çözmeyi düşünüyorlarsa, pusuda bekleyen ve fırsat kollayan işgalci küresel şer güçlerin varlığını bir kez daha hatırlamak durumundadır. Bu potansiyel risk, tüm bölge ülkeleri için geçerlidir. En ufak bir istikrasızlık alameti ve çatışma eğilimi, Batılılar tarafından büyük bir kaos ve felaket sürecine evrilir. Afrin`in rejim kuvvetlerine devri durumunda, siyaset aklının gereklerine göre hareket edilmeli ve makul bir yol haritası takip edilmelidir. Dış siyaset, hamaset ve sloganlar üzerine inşa edilmez. Bazen kazanmak için kısa vadede çekilmek gerekebilir. İki adım ileri attığınız bir mücadelede, bir adım geri adım atmanız mağlubiyet değildir. Asıl mağlubiyet, hamaset körlüğü ile ileriyi görememedir. Türkiye siyaset yaparken; yerel, bölgesel ve küresel güçlere karşı olan konumunu ayrı ayrı değerlendirebilmelidir.
Son hamle, Rusya`nın izni ile yapılmıştır. Türkiye böyle bir hamleye resmi konumu ile cevap verecek olursa, uluslararası alanda işgalci olarak mahkûm edilme tehlikesi ile karşı karşıyadır. ABD ve Rusya`nın bu konuda tavrı aynı olursa, bahsedilen olasılık uzak değildir. Hatta bu süreç Afrin ile sınırlı kalmaz, Türkiye`nin Suriye`deki varlığı ve birçok kazanımı sorgulanır hale gelebilir. O halde, duruma göre Türkiye burada vekâlet savaşına yönelebilir ve tüm muhalif kesimleri destekleyebilir. ÖSO`nun bu son hamle sonrası, rejim güçleri ile tek başına baş etmesine imkân yoktur. Burada İdlip`teki muhalif grupların önemi ve ağırlığı bir kez daha ortaya çıkmaktadır.