Bazı yazarlar yazılarını yazarken, gündeme şöyle bir göz attıktan sonra yazılarını yazarlar. Bazıları da takvime bakar, günün anlam ve önemine binaen yazılarını yazarlar. Bazıları da geçen haftadan yankılanan sese ses olmaya çalışırlar ve geçen haftanın gündemine takılırlar, geçen haftada kalırlar.

Ben de geçen haftanın gündem maddelerinden bir tanesine, D.A.’nın bir televizyon programında Kürtçe konuşan bir kadını susturmasına ve o konuşurken ekrandaki alt yazıya takıldım.  

 D.A geçen hafta yayına aldığı bir izleyici Kürtçe konuşmaya başlayınca buyurgan, ısırgan ve küçümseyici bir eda ile şöyle demişti: “Doğru dürüst Türkçe konuş. Burası Türkiye Cumhuriyeti. Doğu dili bilmiyoruz biz”… Normal Türkçe de olmuyormuş. Bu konuşmanın doğru-dürüst sıfatı da olması gerekiyormuş. “Burası Türkiye Cumhuriyeti”. Türkiye Cumhuriyetinde Kürtçe konuşanların ağızlarına ket mi vuruluyormuş.

Bunun üzerine D.A büyük bir tepki topladı. “Derhal özür dilemeli” denildi. Yoğun tepkiler üzerine D.A. özür diledi: “…Bu arada Kürtçe konuşanlarla hiçbir sorunum yok. İncinen vatandaşlarımızdan özür dilerim” dedi. Ve bu özürden sonra tepkilerin dozajı biraz dindi. Bunu erdemli bir davranış olarak görenler oldu, teşekkür ettiler ve konuyu kendi açılarından kapattılar.

Onlar konuyu kapatadursunlar ben zaman tüneline girdim. 27 yıl öncesine gittim. İlk kez batı illerine giden bir arkadaşımdan izlenimlerini dinlemiştim. Şöyle diyordu. “Şu Türkler acaib bir millet. Onlara ne söylersen söyle, ne kadar hakaret edersen et, “Pardon” dediğinde “Özür dilerim. Sözümü geri alıyorum” dediğinde onlar için mesele kapanıyor” Aha aha hahaha diye gülmeyi de ihmâl etmemişti.

27 yıl önce Kürtlere hakaret eden bir anlamda kıyametin fitilini ateşlemiş oluyordu. Çocukların karşılıklı hakaretleri iki aşireti karşı karşıya getirebiliyordu. Asimile politikasının bu kısmından da etkilendik. Türkler gibi kendimize hakaretleri bir “Pardon” bir “Özür dilerim” ile tolere eder olduk. Aha aha hahaha desek mi?

Ayrıca D.A’nın söyledikleri bana Bülent Ecevit’in zamanında mecliste Merve Kavakçı’ya söylediklerini hatırlattı. “Burası Türkiye Büyük Millet Meclisi. Burası millete meydan okunacak yer değil. Lütfen şu hanıma haddini bildirin”

Bizimkisi ne demişti: “’Doğru dürüst Türkçe konuş! burası Türkiye Cumhuriyeti…”

İnsan toprak kokusunu neden sever biliyor musunuz? İnsan topraktandır, toprak fıtrattır, asıldır. Fıtrat çektiği için toprak kokusunu seviyoruz. Hele toprağa yağmur yağdığında…

D.A.’nın Sivaslı bir Kürt ailenin çocuğu olduğu söyleniyor. Buna inanmıyorum. Kürt olsaydı, yayına aldığı kadın Kürtçe konuştuğunda fıtratı çekecekti, fıtrata bir başka deyişle aslına rucu’ ederdi, yağmurun ıslattığı toprak kokusu gibi Kürtçe konuşma da D.A’nın hoşuna gidecekti. Bizimkisi Kürtçe konuşmayı duyunca, kırmızı görmüş boğaya döndü…

Dilimiz Kürtçenin de filoloji ormanında bir ağaç olduğunu bilmedi, tüm ağaçları sevdi bizim ağacımızı sevmedi D.A. Hem de bilmem kaç yıllık çınar ağacını…

Başarılı(!) televizyon sunucusu Kürt tarihine de girmeyi başardı. Ama Kürt tarihinin kirli bir sayfasına. Netice itibariyle başarı başarıdır.

Maalesef bir daha uygulamalı gördük ki, bazı türlerin Kürtçe dışında bütün dillere tahammülleri vardır.

Sonuçta Kürtçe konuşmak olay oldu. Köşelere yazı oldu.

D.A’nın söyledikleri çok konuşuldu ama o bunları söylerken D.A’nın ahlaksız programı ve ekrandaki “Kocam ve ….  ….” yazısı pek konuşulmadı… Geçen hafta “Medya Sihirbazlığı” başlığı altında bir yazı yazmıştım. Medya sihirbazlığı tecelli etti ve işlenen iğrenç konuyu gözümüz görmedi… Ahlaksızlık pompalanan, program pek görülmedi ve hiç konuşulmadı. Konuştukları konu ahlaksızlığın zirvesiydi.

Hükümeti göreve davet etsem, davetime icabet ederler mi dersiniz?