İstanbul`da Kapalıçarşı… Vakit akşamdır…
“Hep mazlumun yanında, zalimin karşısında hep! Her yerde, her zamanda!
Engizisyon Madrid`inde Ziyad`ı gözleyen de, Kudüs`ün fethini Selahaddin`den isteyen de, ‘Sultan Mehmet gelecek, dertler bitecek!` diyen de, ona ‘Fatih`i layık gören de şehrin mazlumları, Teslis`in Mağdurları…
Açılır kapılar fetih gelince, yıkılır surlar sen isteyince, yıkılır utanç duvarları… ‘Gevşemeyin, mahzun olmayın; eğer inanıyorsanız üstünsünüz!` sırrınca, sen istemedikçe zulüm pay-i dar olmaz cümle alemde…
Ne vakit ki taht kavgaları, koltuk yarışları, rant pazarlıkları, bir şehri kemiren ‘Ya bendensin, ya yabanın!` İblis mantığı hakim olur masalara, yasalara, kasalara… işte o dem çekilir Adaletin İktidarı, pes paye olur onurlar, gururlar…
Çıkar bir Gırnatalı ana, yürek devletine harç taşır içinden geldiğince: “Erkekler gibi savaşamadın, bari…!”
“Anlı tarih, şanlı geçmiş. Geçmiş geçmiştir.”
“Anladım. Yutkunuyor, söyleyemiyorsun. Dilinin altındaki bakla, ıslandıkça ıslandı. Bir dramdı Kore. Şaşmaz Ölçü`ye dayanmayan iktidar sahipleri, arkaplanı hayata geçirirler apansız.
‘Borç alan, emir alır!` ferasetini, dirayete dönüştüren Filistin Yürekli Adam yok artık aramızda. Otuz Bir Mart`landı çoktan.
Nagazaki`nin kül eden hatırasına bakmadan, Hiroşima`nın gülleri bir daha açmadan ‘mandacı` çaldı, para satıp para alan Sömürü Düzeni`nin kapısını.
Bir şartı vardı Marşal Ulufesi`nin: Kore`ye marş al!
Emanete ihanet miydi bunun adı, cahile cesaret mi?
Bir de sun`i kamplaşmada figüran! Balkan Yaylaları`ndan Sibirya Stepleri`ne uzanan Slav İşkencesi`ne, bir de paletlerin altındaki Prag Baharı eklendi mi, gelirdi Varşova geriden!
‘Düşman üret, itibarın artsın!` toplum mühendisliğinin çıkardığı Atlas`ın İki Yakası… İki yanlıştan birine zorlanan Anadolu… Tam da yeniden göz yaşını silecekken Üç Kıta`nın, biçilen roldü Vaşington – Haliç hattı…
‘Halktan görüneni yıpratmaktı muradı, Bab-ı Ali yaygarasının. Henüz ter ü taze sağ, sandıkları patlatmış… seçmişti zulme payandalığı.
Hayalleri yıkılan coğrafyam, bir tuhaf çaresizlikle yolladı cengaverlerini, Ege`den Akdeniz`e… Süveyş`ten Kızıldeniz`e... Hint`ten Pasifik`e… yirmi iki gündüz, yirmi üç gece…
Bir anlam verememişti olup bitene, hikmet aradı kendince. ‘Olsa olsa basiretsizlik!` dedi, gömdü kalbine!
Coni`nin girmediği cepheye daldı erce: “Amerikalılar kaçarken sizinkiler ölüyordu!”
“Oralarda namımız yürümedi mi peki?”
“Yürüdü belki, Güney`de! Lakin, Kuzey`de atıldı nefretin tohumları. Ferdinand`ın, Daglıs`ın, Corç`un iğfal ettiği Pyonganlı, Chongjinli, Najinli… on binlerce bakirenin faturası sana kesildi.
Yüz binlerce canın, yakılan tarlaların hesabı sana. İfsat edilen ekinin, azot karıştırılan suyun… hesabı yine sana…
Uyarır Hayat Kitabı: ‘Zalimlerin yanında itibar aramayın!`
Şok dalgası teğet geçmez Anadolu`dan. ‘Sol da sağdı bizi, sağ da…! Sağmal inek gibi!`
“Peki ama, Ötelerde sempati oluşmuş değerlerimize?”
“Ya antipati! Dünün Bizans`ıyla, Kayser`iyle… bir ve beraber olmanın sürdüğü leke! Hangi deterjan çıkarır yıkasan bin kere!
Kunuri`de çekik gözlü, düşürürken tuzağa Maykıl`ı, Aleksandır`ı…. koşmuş imdada Hasanlar, Cemaller…
Amerikalı kaçıp ardına bile bakmadan, bırakmış seni bir başına. Al bayrağa sarılı erler, birer birer dağlarken Tokatlı, Ardahanlı, Tuncelili, Hakkarili, Muğlalı… yürekleri; ahı tutmuş anaların… bekleşir çocuklar kapıda, yetimce…
Feda edildi Memiş ile Mehmet, Coni kurtulsun diye!
Yavru Vatan, Enosis hayaline kurban edilirken… EOKA`cı Makaryos, plebisitle Bizans Rüyası`na yatarken…
Bir gece kapısı kırılan, bir sabah şehadete uyanan Girneli, Magosalı, Güzelyurtlu Evlad-ı Fatihan`ın:
‘Yok mu bir sahip, kurtaracak bizi Helen`den!` çığlıkları Bağdeşen Yaylası`nda, Ulukışla ayrımında, Bozok Ovası`nda yankılanıyor… sağır kesiliyordu başkentler, birleşememişti milletler.
Tarık Sezai KARATEPE