6-7 Ekim olayları bazı kesimleri derinden heyecanlandırmıştı. Türkiye`nin, özellikle de bölgedeki hesapları tutacak mıydı? Kaostan beslenenler bir nebzede olsa kaos ortamını sağlamada başarılı olmuşlardı. Fakat planlarını uygulamak için yeterli değildi. Daha çok olayların olmasını ve kişilerin ölmesi gerekiyordu. Üst akılları yeni bir talimat veriyordu ve sokaklar yine karışması gerekiyordu. Günlerdir Kobani üzerinden yürüttükleri propagandanın meyvelerini sonuna kadar almaya kararlıydılar. “Dünya Kobani Günü” bahanesiyle yine halkı sokaklara davet ediyorlardı. 6-7 Ekim olayları onlar için yetersizdi ve 1 Kasım`ı işaret ediyorlardı.

Fakat netice istedikleri gibi gitmedi. Oluşturmak istedikleri kalabalıkları toplayamadılar. Sokağa çıkarmak istedikleri malzeme yetersiz kaldı. Bu seferde başladılar “demokratik tepkiyi ve olayların olmayışını biz istedik” propagandasına. Bunların durumu Kürtçedeki “tilkinin ağzı üzüme ulaşmaz, ekşidir diye kendini avutur” deyimine benzer. Yoksa yaşanan olayların acıları tap tazeyken sokaklara inmek için yeni bir çağrı içinde “kötü niyet” görmemek saflık olur. Zira sokağa inilen kitleleri kontrol etmek imkânsızdır. Hele bölgemizde yüzlerce dış istihbaratların cirit attığı bir ortamda… Bunların üst akılları fırsat ortamını yaratmak için onları sıkıştırıyorlar. Yaşanan tablo karşısında ümitlenenler bu sefer istediklerini bulamadılar ve tosladılar. Peki, kalabalıkların oluşmaması ve olayların çıkmayışının nedenleri nasıl okumamız gerekir? Bunu okumanın sosyolojik tespitlerini şöyle sıralayabiliriz. Halk, güvenlik paketi ve Hizbullah Cemaati… Birincisi; halk anladı ki bunların niyeti Kobani ve Kürtler değildir. İş yerleri yağmalananlar, katledilenler ve zararı görenler Kürt olduğu halde nasıl bir Kürtçülük olacağını sorgulamaya başladılar. Bütün bu yaşananlardan sonra HDP/PKK cenahından akli selim bir açıklama gelmemesi, bütün bu yaşanan vahşete sahiplik etmeleri halkta bir çekingenlik ve kafalarında soru işaretleri bıraktı. Bir kesim halk bunları değerlendirerek sokağa çıkmadı.

İkincisi; olaylar sonrası hükümet tarafından çıkarılan güvenlik paketiydi ki bu halkın daha temkinli hareket etmesine vesile oldu. Birçok “ebeveyn” çoluk çocuğuna sahip çıktı ve tembihlerde bulundu. Özellikle yüzü kapatmanın suç olduğu ve Molotof kokteyl cezasının artırılması birçok kişiyi endişelendirdi. Çocuklarının kullandıklarını fark eden ebeveynlerin bir kısmı onları davet edenlerin çocuklarının tatil beldelerinde en pahalı okullarda okuduğunu fark ettiler. Bunu çocuklarıyla paylaşma gereğini duydular ki sokağa çıkmama kararı aldılar.

Üçüncüsü ise olaylar esnasında özellikle İslami camia, dernek ve Müslüman kimliği ön planda olan şahsiyetlere yapılan saldırı sonrası Hizbullah Cemaati`nin “misliyle karşılık verme” açıklamasıydı. Bu açıklama halk tarafında ciddi bir şekilde konuşuldu. Özellikle PKK/ HDP tabanında ciddi tartışmalara sebebiyet verdi. İslami yapı ve şahsiyetlere saldırmanın doğru olmadığını, 90`lı yılların bunun en büyük örneği olduğunu ve büyük zarar gördüklerini dillendirdiler. Böyle bir aynada görünmek istemeyen tabanlarının bir kısmı sahada görünmedi ve sokağa çıkmak istemediler.

Netice itibariyle ne olursa olsun bu süreçten PKK/HDP zararlı çıktı ve imaj kaybetti. Aleyhlerine giren bir kamuoyuyla karşı karşıya kaldılar. İşlerine yarayan “çözüm süreci” bile askıya alındı. 1 Kasım`dan umduğunu bulamayan akıl hocaları yeni bir manevrayla bu tabloyu kendi lehine çevirme yolunu seçtiler. Kaybettiği kanı yeniden kazanmak ve Kürdistan`da korku imparatorluğunu sürdürmek adına hükümetten çözüm sürecinin sürdürülmesi için randevu istediler. 1 Kasım`da olayların olmayışını gerekçe göstererek çözüm sürecine taraf olduklarını dillendirdiler. Bu basit ve samimiyetsiz siyaset hilesine hükümet ne cevap vereceği ve nasıl davranacağını göreceğiz.

Abdullah Kavan / doğruhaber