Çok açık yazamayacağım ama açık yazabilmek için çaba harcayacağım. Çok açık yazamayacağım, çünkü korkuların hükümdarlığında yazılmış yasaların korkunçluğunun gölgesinde titreyen adalet gerçeği var. İnsanlar arzularının engellenmesinin ötesine geçip, hükümdar olmayışının korkusuyla bile vahşileşebiliyorlar. Kendilerine yönetilen bir tehlikenin sınırlarını ihlal eden bu korku, herkesin kendisinden olmayışı korkusudur. Bu korku bir zamanların mazlumlarını en katı zihinli zalime dönüştürebilecek gücü de taşıyormuş.

Doğada su; dağları aşındırıp düzleştirmeye çalışır ama erozyonlar, heyelanlar meydana getirir. Hava, farklı bulduğu bölgelere hücum ederek sürekli sıcaklığı dengelemeye çalışır ve bu fırtınalara, tufanlara, büyük ölçekte yıkıcı kasırgalara sebep olur. İnsan da böyle... Herkesi kendisi gibi yapmaya çalıştıkça, Allah'ın yeryüzünün ayetleri olarak bize sunduğu zenginlikleri tekleştirmeye çalıştıkça; ayrışma, kutuplaşma ve zıtlaşmaları çok daha fazla derinleştirmektedir.

      Allah Teâlâ insanları annelerinin karınlarından özgür ve belirli haklara sahip olarak doğurdu. İbret olsun diye tek bir anne babadan, ama binlerce dilde, binlerce renkte, kabileler ve aşiretler şeklinde yarattı. Böylece hayat canlandı, zenginleşti.

   “Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”  Hucurât: 13

Oysa bugün kabile ve kavimlere ayrılmış olmayı, bölünüp parçalanmanın sebebi olarak görenler var. İnancın eczanesinde ilaç bulmak yerine, kendi zihinlerinin bu hastalıklı üretimini bahane gösterip, Allah Teâlâ’nın, insana annesinin karnından doğarken verdiği hakları yok saymak istiyorlar. “Gidin evinizde kendi ana dilinizi konuşun” diyebiliyorlar. Peki, gerçekten niyetleri bu mu? Etnik farklılıklar gerçekten bölünmenin zorunlu sebebi mi? İnsanlara haklarını vermek ayrışmaya sebep oluyor diye, Allah hakların ihlalini mübah sayabilir mi?

Öncelikle birinci sorunun cevabına yoğunlaşalım. Benden ve toplumun okumuş kesiminin bile ezici çoğunluğunun daha fazla sosyoloji bilen, tarihi analiz edebilen, 20 yıllık, 50 yıllık hedefler tezgahlayan bu zihinlerin bu yanlışa saf bir kalp ile inandıkları kanaatini taşımıyorum. Çevremizde binlerce örnekle, açık bir şekilde şahit olduğumuz durum şu: Dedelerimiz ve ninelerimiz Kürtçe konuşur, vefat edene kadar Türkçe bilmezlerdi. Babalarımız, Kürtçe ve kırık bir Türkçe bilir ama kendini Kürtçe ifade ederler. Bizler Kürtçe ve Türkçe biliriz ama kendimizi çoğunlukla Türkçe ifade ederiz. Çocuklarımız, sadece Türkçe konuşmayı bilir, Kürtçeyi ise sadece anlarlar. Muhtemelen torunlarımız Kürtçeyi hiç anlamayacak. Belki bir kısmı, bir süre sadece Kürt olduğunu bilecek. Ama sonra onlar da unutacak. Peki, bunu ben görüyor ve biliyorsam, o benden çok daha derin hesapların içinde olanlar, gerçekten bu apaçık gerçeği görmüyor ve bilmiyor olabilirler mi? Asla. Bu, milliyetçilik ve ırkçılığı hastalık derecesinde içselleştirmiş bir zihniyetin oyunudur sadece.

Sadece bir kültürün sesini işiten, medya bombardımanına tabi tutan ve sadece bir kültürün hegemonyası altında eğiten zihniyetin yapmaya çalıştığı şey, Allahu Teala’nın yaratığı zenginliğin bir kısmını yok etmektir.

İkinci soru da önemli. Etnik farklılıklar, farklı dillerde eğitim, gerçekten bölünme veya bürokraside kaos oluşturur mu? Bu beraberliğin harcının ne olarak göründüğüne göre değişir. Evet, o kirli zihniyet, beraberliğin harcı olarak inancı görmüş olsaydı, tüm milletlerin haklarını tam tamına vererek bölünmeyi değil aksine daha bir genişlemeyi, bütünleşmeyi sağlamış olurdu. Hem de tüm farklılıkları, zenginlikleri bünyesinde muhafaza ederek. Adaletin gölgesine sığınmayacak hiç bir farklılık yoktur. Siz adil oldukça kucağınızın genişlediğini göreceksiniz. Ama birleşmeyi bir rengin diğer tüm renkleri kapsaması olarak görür ve bunu dayatırsanız, bu tepkisel bir muhalefetin doğuşuna sebep olacaktır. Kendinize özgü kıldığınız her ayrıcalığı, her hakkı karşıdaki de (hem de bu sefer) düşmanlık besleyerek talep etmeye başlayacaktır. Bu düşmanlık ayrışmayı körükleyen asıl sebeplerden biridir. Evet, İslam'da ve İslam'ın da zaten kabul ettiği insani değerlerde birleşelim. Ama bu adil bir şekilde olmalı değil mi? İnsanları, kendinize ait hiçbir renksel ayrıcalıktan feragatta bulunmadan, tüm milli ve kavmi haklarınızı kullanarak, birlik adına, ümmet adına, milli ve ırkî haklarından feragat etmeye davet edemezsiniz. Öyle ise ümmet adına tüm milli unsurları eşitleyelim talebi ile karşılaşırsınız o zaman.

Hiçbirimiz zulmün destekçisi olarak Rabbimizin huzuruna gitmeyelim. Hiçbir kavmiyetçi istek, milliyetçi kan bize erdem sağlamaz. Çünkü kavimler sunidir ve Rabbimiz bizi hangi kavimden olduğumuza göre yargılamayacaktır.

ERKAN KADGA