Erkan Kadga

Faşist bir zihniyet tarafından toplama kamplarına toplanıp katledildikleri fikriyle tüm dünyada mağduriyet oluşturan üstenci bir zihniyet, yıllar süren sistematik bir zulüm ve orantısız vahşetlerle, bir halkın hepsini toplama kamplarına hapsetti. Etraflarını yüksek duvarlarla, jiletli tellerle çevirdi, mülteci kamplarıyla doldurdu. Artık bu kamplarda bir iki değil, binlerce bebeği; minik elleri, kolları koparılmış, yumuk yumuk yanakları paramparça edilmiş, tazecik etleri etrafa dağıtılmış, gözleri yuvalarından fırlatılmış haldeyken görüyoruz. Sadece kendini insan gören bir zihniyetin insanlıktan çıkmış vahşileri, bu vahşeti gerçekleştirirken; kendilerine “Uygar Dünya”, “Hümanist (insancıl) Medeniyet” diye isim verenlerin, “süper güçlü” diyenlerin tüm gücüne sırtını dayamış durumda. En modern silahları, en yeni teknolojileri bebekleri parçalamak için kullanmaktan utanmıyorlar. Ve bu realite maalesef varlığın boşluktaki yolculuğunda benim yaşam dönemime denk geldi. Hissettiğim iki güçlü duygu var: Birincisi utanıyorum! Bu utanç ve çaresizlik içinde de; bu boyutta bir vahşeti yapan, vahşete sessiz kalan, milli çıkarlarının hesabını yapan, mal toplayan, korkak, satılmış, uşak… olan insanlığa, insan cinsine, insan ismine dair mide bulantısı, yoğun iğreti duyuyorum.

Bu duygular; insana dair beslenen tüm umudumu, tüm beklentilerimi öldürebilecek kadar güçlü geliyor bana.

Dünyadan insanı söküp aldığımızda geride kalan tüm varlık alemi için hiçbir sorunun kalmadığını görüyorum. Çünkü insan dışında canlılar, içine girdiği ortamla savaşmak yerine uyum sağlıyor. Aslında “intibak” dediğimiz bu özellik insanda da var, ama insan onun yerine doğayı kendine uydurma, baş eğdirme çabasının içine girmeyi tercih ediyor. Bu hükmetme duygusundan kaynaklanan sorunların dünyayı bir felakete sürüklüyor oluşu ayrı bir yazı konusu, ama şimdi bıkkınlığımız ve umutsuzluğumuzu itiraf etmemiz gereken başka bir konu var. Evet, insan dünyadaki bütün sorunların müsebbibi, ama dünyadan insanı çıkarıp aldığınızda da geride kalanın bir anlamı kalmıyor. Çünkü varlığının farkında olan ve buna dair acı hisseden tek canlı insan gibi görünüyor. “İrade” ve “anlam” güçlü kavramlar. Varlığına dair bir iradeye sahip olmayı kabul eden ve varlığının anlamını bulmaya çalışan insanın acısı, dağların yüklenmekten kaçındığı ağırlıkta. Var olmaktan acı duymanın ve o acı veren varlığımızın son bulacak olmasının kaygısını da beraber yaşıyor. Bu dünyadan hicret etmenin yönetimi olan ölümü, yokluk olarak algılayıp, ölümden dehşetle korkuyor.

Bu zamanda yaşayan şüphecilerden, iyilik ve kötülüğün göreceliği şüphesini taşıyanların, Gazze'de fena çuvallamış olması gerek. Gazze; iyi ve kötünün çok bariz duruma geldiği bir örneğe dönüştü. Ama kötülük hala hükümdar ise, korkular üzerinden insanlığın kahır ekserisini sessizliğe gömüyorsa ve algılar üzerinden hala kafa karışıklığı oluşturuyorsa yolumuzu kaybetmemek için arkamıza bıraktığımız insana dair umudun son kırıntıları da toplanmış oluyor. İnsan gerçekten bu mu? Allah’u Teâlâ insana sınırsız kötü olabilme özgürlüğü vermiş ama bazen insan için bu kadarı çok fazla diyorum. İnsan cinsi Gazze'de olduğu kadar kötülük yapma özgürlüğüne sahip olmamalı mıydı?

 

Ama sonra, vardığı sınır ile dehşete düşüren bu kötülüğe karşı, mücadele veren insanlığın yüz aklarını, Gazze'yi, mutlak kötülüğe karşı gösterilen destansı direnişi görüyor ve hemen Rabbimin hikmeti karşısında diz çöküyorum. Ölmeye başlayan umudumu, şehadetleri ile dirilten, kaybolmuş ruhumu, şehadetleri ile bulan bu şerefli ruhlarda, Kur'an-ı Kerim'in tarif ettiği “insan’ı”, “gerçek insan’ı” görüyorum. “Şehadeti”,  ölümü ve öldürmeyi kutsamak olarak algılayan küçük beyinlilerin, ölüm ve yokluk olarak, hayatın sona erişi olarak gördükleri şehadetin aslında bir diriliş pınarı olduğunu görmelerini isterdim. İşte:

Gazze direnişi; şehadetiyle, kurumaya başlayan insanlığın şerefini suluyor, Gazze, diriliş oluyor elhamdülillah.