HAYRULLAH SEÇEN

7 Ekim’den bu yana devam eden Aksa Tufanı, yalnızca askeri bir operasyon veyahut sonuçları birtakım analistler ve siyasiler tarafından değerlendirilen politik bir olay değildir. İslam ülkeleri ve halkları için varoluşsal ve ortak değerleri hatırlatan, ruhlara yeniden ilahi ve nurani nefesin üflendiği ulvi bir olaydır.

Dolayısıyla Aksa Tufanı’nın felsefesinin yalnızca somut bir çerçevede değil, her yönüyle değerlendirilme ihtiyacı gün gibi bir ortadır.

Bu değerlendirme, unuttuğumuz yahut uzun süredir gündeme almadığımız değerlerimizin yeniden ruhlarımızda canlanması ve dimağlarımızda hatırlanması açısında pek kıymetlidir.

Aliya da “Her ne yapılmak isteniyorsa bu önce insanların ruhlarında gerçekleştirilmelidir” derken ruhsal sermayeye katkıların ne kadar önemli olduğuna işaret ediyordu.

7 Ekim’den beri devam eden Siyonist barbarlığın asıl savaşı, bu Tufan’ın askeri başarısını unutturmak ve konuşulmamasını sağlamak. Diğer taraftan siyonistler, ruhlarımızda ve zihinlerimizde Kudüs’ün özgürlüğüne dair umutların yeniden canlanmasına engel olmak için de bir savaş yürütüyorlar.

Zira Aksa Tufanı’nın başarısı, siyonist barbarlığın kabusu olurken korkulara açılan asıl meseleyse bu başarının açacağı yeni sınırlardır.

Bu sınırlar, Kudüs’e dair özgürlük inancının, heyecanı ve ruhlarımızda yarattığı coşku ile ahlaki, entelektüel, sanatsal, spor ve kültürel olmak üzere çok geniş bir yelpazeye sahiptir.

İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan yeni dünya düzeninin temel savları ve argümanları arasında yer alan “İnsan Hakları, Uluslararası Hukuk, Barış ve Demokrasi” gibi Batı’nın temel retoriğini yıkmış, BM’nin barışı sağlama misyonunu sarsmış ve uluslararası güvenini güçlü bir darbe ile yıkmıştır.

  1. Galleano’nun "Barış ve adaleti haykırarak doğan yirminci yüzyıl, kanın içinde boğulmuş olarak öldü ve bulduğundan çok daha adaletsiz bir dünya bıraktı arkasında. Yine barış ve adalet haykırarak doğan yirmi birinci yüzyıl da önceki yüzyılın izinden gitmekte" sözü de bu gerçekliği doğrulamaktadır.

Modern dünyanın vazettiği barış ve insan haklarının sahte maskesini düşürmüş, vadettiğinin ancak kan ve acı olduğunu tüm çıplaklığıyla ifşa etmiştir.

Aksa Tufanı Mektebi, yeni öğretilerle direnişe ve İslam Alemine yeni ufuklar katarak, katkısını her sahada sürdürmüştür. Temel öğretilerinden biri şudur ki; Tufan, Selahaddin beklemekten ziyade Selahaddin olmanın yolunu öğretmiştir.

Medeniyetlerin yükselişi ve anlamı, yalnız entelektüel birikim ve ilmi çalışmalarla teorik dünyaya hapsolan olgular değildir.

Aksa Tufanı, cihad ve direniş ruhunu hatırlatması ile medeniyet yükselişimize ahlaki, vicdani ve varoluşsal anlamda çok derin katkılarda bulundu.

Dünya mazlumları bir asırdan beridir yeni dünya düzeni dedikleri sömürgeleştiren, köleleştiren ve bir yok etme üzerine kurulu olan sistemin barbar ve ilkel yüzü ile savaşırken; Aksa Tufanı, direniş ve diriliş seliyle köleliğe karşı özgürlüğün ve zulme karşı adaletin sesi, nefesi ve meşalesi olmanın güçlü sesini tüm bu mazlumlara ulaştırdı.

Tufan, yalnızca Siyonistlerin işgal ettiği toprakları sarsmadı. BM’nin kuruluş felsefesi sorgulandı ve Batılı ülkelerin Filistin ve Gazze konusundaki politik tutumu, Avrupa halklarını ahlaki ve vicdani anlamda yeni sorgulamalar ve yüzleşmelerle karşı karşıya getirerek bir ‘’uyanış’’ ve ‘’değerler levhası’’ ortaya koydu.

Aksa Tufan’nın Felsefesi, yaşanan soykırımda yalnız kan ve acının yarattığı hüzünden dolayı bir travma yaşamaktan ziyade, harekete geçmenin ve eylemselliğin yıkıcı etkinliğini mütemadiyen yol olarak gösterdi.

Aksa Tufanı Mektebi, askeri olarak atılan her adımın arkasındaki metafizik ve inançsal yönünü işaret ederek başarının altında yatan kaynağın derinliğini de gösterdi. Öyle ki Avrupa’da yıllarca hem devletler eliyle hem de sosyal olarak yürütülen İslam düşmanlığının da zincirlerini kırarak İslam’a olan ilgiyi arttırdı.

Hülasa, Aksa Tufanı 7 Ekim’den bu yana çok şey öğretti ve öğretmeye de devam ediyor. Asıl sorulması gereken soru bizler öğrenmeye ne kadar meraklı ve istekliyiz?