EBUBEKİR ATASOY
Daha çok üniversitede okuyan sol görüşlü öğrencilerin yaptığı şiddetsiz eylem diyebileceğimiz bir direniş çeşidi olan 'Boykot' ile tanışmamız, israil'in Filistinli kardeşlerimize saldırmasıyla başladı.
Sol görüşlü öğrenciler, çoğu zaman monoton geçen eğitim hayatlarına aksiyon katmak ya da canları sıkıldığında derslere girmez, yani boykot yaparlardı.
Geçen haftalarda, dünyanın üçte ikisinin asla bir arada bulamayacağı, bol etli, dört çeşit yemek çeşidine verecekleri 19 liraya itiraz eden sol görüşlü gençler, yemekhanede oturup, dersleri boykot etmişlerdi. Üniversite yönetimi, 19 liraya tabaklarınızı yıkayın dese, eminim hiçbiri buna yanaşmaz, parayı az bulacaklardı.
Biz boykotu Mekke müşriklerinin Peygamberimize ve ashabına yaptığı ambargo ve ablukadan, 1400 yıl öncesinden biliriz diye gelecek itirazlara; Bizim israil ürünlerine yapacağımız boykotla, Allah Resulü(S.A.V) ve ashabına yapılan ambargo, birbirinden tamamen farklıdır.
Ashap o darlık, yokluk ve açlık içinde, ölüm kalım mücadelesinin verildiği bir ortamda, Mekke müşriklerinden alabileceği her şeyi almaya hazırdı, yeter ki satsınlar, tıpkı şu an Filistinli kardeşlerimizin yıkıntılar içinde, başka bir alternatiflerinin olmaması gibi.
Filistinli kardeşlerimizle Ashap arasında ambargo ve boykot noktasında bağlantı kurabiliriz. Her iki topluluk da aynı ambargolarla, aynı sıkıntılarla karşılaştı.
Ama zulüm konusunda Mekke müşrikleri, siyonistlerden çok daha şerefli ve merhametli idiler.
Müşrikler Müslümanları asla toplu kıyımdan geçirmediler. Çocukları öldürmediler. Müslümanların evlerini başlarına geçirmediler.
Biz Müslümanların Boykotu devam ettirme süresi, israil'in saldırılarının kaç gün süreceğine bağlıydı.
Haklarını inkar etmeyelim, bazı ağabeylerimiz kendilerine ikram edilen coca cola'yı içmemeyi bir ilke olarak kabul edip, bu tutumlarını ömürleri boyunca sürdürdüler. Ama giydikleri bir çift orijinal adidas spor ayakkabıları da, bir insanın ömründe içeceği cola'nın tutacağı yekûn kadardı.
Yani boykotu da beceremedik.
Şu modern dünyada, lüks, şatafat ve konforumuzdan taviz veremedik.
O cola boğazımızı yakmalıydı.
Çamaşırlarımız kar gibi beyaz olmalıydı.
İçtiğimiz sigara başımızı döndürmeliydi.
Kullandığımız yumuşatıcı, mis gibi bahar kokmalıydı.
Bindiğimiz aracımız, uçak gibi ayaklarımızı yerden kesmeliydi.
Starbucks'ta selfie çekmeden, birilerini çatlatmadan, çekilir miydi bu hayat canım.
Velhasıl, yıllardır bilinçsizce aldıklarımız ve kullandıklarımızdan kazandıkları paralarla ürettikleri bombalar israil depolarında, Filistinli kardeşlerimizin üzerine atıldı, kalanlar da atılmak için bekletiliyor.
Filistin’de ölen her çocuk, her kadın, her babanın dökülen kanlarının sebep olduğu bombaları ve yakıtın parasını biz dolaylı yollardan peşin ödedik.
Dağın başında tek başımıza mağarada yaşamıyorsak, kül ile çamaşırlarımızı yıkamıyorsak, haberleşmeyi ateş ve güvercin ile yapmıyorsak, bu küresel ekonomik çarkın içinde, her bombaya dolaylı da olsa ortağız.
Kullandığımız aracın yakıtı, kredi kartı, yaptığımız para havaleleri, yerli zannettiğimiz bizden gözüken yerli siyonistlerden yaptığımız alışverişler, bunlar bilmediğimiz ya da gücümüzün yetmediği, bizi aşan işler.
Ama insan, gücünün yettiği her şeyden sorumludur.
israil malı bir deterjanı, içeceği, cipsi, hamburgeri, kıyafeti almayabiliriz, almayabilirdik. Buna gücümüz ve irademiz yeterdi. Bu eylem her zaman, her yer ve her mekânda günlük hayatımızın bir parçası olmalıydı.
İşte boykot denen şey hepimizin hissettiği, bizi rahatsız eden bu vicdani çıkmazdan kurtulmamız için seçtiğimiz bir cezalandırma yöntemidir.
Efendim benim almamamla mı iflas edecekler, ben almasam da ne olacak diyenlere; Senin almaman belki de, mahalledeki küçük bir çocuğun bakkal amcaya kızıp, sakız almamasına benzer.
Ama sen almayınca eline kan bulaşmayacak. Dün yaptığın alışverişlerden dolayı, bugün Gazze'ye düşen bombaların yapımında katkın olmuş olabilir, ama yarın Lübnan'a, Batı Şeria'ya, Cenine düşecek bombaların yapımında katkın olmayacak.