İnsanoğlunun tüketim hırsı hiç bir zaman bu yüzyılda olduğu kadar artmadı. Dijitalizm sarmalının her yönümüzle hayatı kuşattığı bir dünyada bireyin tüketim davranış ve tutumları da bu noktada şekilleniyor. İnternet de koca bir tüketim ağının ana merkezi olarak karşımızda belirmekte. İnternet ve bilgi arasında doğrudan bir ilişki var ki bilginin ilk kaynağı akla direkt interneti getiriyor. Bilginin yoğun ve fazlasıyla hızlı yayıldığı bir mecrada zevk endeksli tüketim, bir takım sorunları da beraberinde getiriyor.

 

Bilginin, insan ufkunu vizyoner kılması gerekirken bugün insan, ontolojik krizler yaşıyor. Bilginin getirdiği koca bir kaosu göğüslüyor. Huzur bulamıyor. Doğru ve yanlış birbirinden ayırt edilemiyor. İnternet, doğruya ve hakikate ulaşmaktan ziyade zevke ulaşmak olarak tüketiliyor.

 

Sosyal medya, insanın eleştirel kabiliyetini güçlendirmesi gerekirken düşmanlığı körüklüyor. Birçok kişi, Byung Chul Han'ın dediği kendi "dijital mahallesini" oluşturmuş kendi fikrinin doğruluğunu katıksız bir şekilde pekiştiriyor. Kimse kendi özel alanında muhalif bir fikre yer vermek istemiyor. Kendi fikirlerini ise başkalarına dikte etmek için şiddetli refleksler gösteriyor. İnternet bir tık ile doğru bilgiye ulaşmaktan ziyade kaosu derinleştiriyor.

 

Maneviyat ve ahlaki öğretiden uzak "bilim" gerçekten huzur getirmiş midir? Söylendiği gibi hayatımıza sadece "kolaylık" mı getirmiştir? İnternetin hayatımıza girmesini de bu minvalde değerlendirebiliriz. Kolaylığı kadar tehlikeleri ve zararları konuşuluyor mu? Siz bilginin kaynağını insanın kendi zihinsel paradigmalarına mahkum ederseniz, sınırsızlığın getirdiği zevk arzusu ile yanıp tutuşan insan kaosu getirir. Nasıl ki insan, kendi arazisinin güvenirliği için çit örmek zorunda kalıyorsa, bugün insanın akıl ve ruh sağlığını korumak için kendisine çit gibi bazı sınırlamalar getirmesi gerekiyor. Bu durumda devreye giren olgu "iman" olarak karşımıza çıkıyor. İman; akıl, can, mal, din ve nesil teminatı için kendisi ile beraber "emniyeti" getiriyor. Emniyetin sağlanması için de bazı sınırlamalar gerekiyor ki "iman" da bunu sağlıyor.

 

Hobbes'in dediği "insan insanın kurdudur" sözünün aksini ispat etmek istiyorsak sınırsız istek ve arzularla kavrulan insanı sınırlamak zorundayız. Bunu yaparken de insanın varoluşsal bütünlüğünü göz ardı etmeden akıl  ve kalp bütünlüğü içerisinde yapmalıyız. Aksi durumda Nietzsche gibi kendimizi, delirmiş bir şekilde aklımızın başıboş sokaklarında çözümsüz bir şekilde bulmamız mümkün.

 

Kafka yaşasaydı belki de "Huzur mu istiyorsunuz? Az eşya, az insan dediği" sözüne bugün "az internet" söylemini de eklememesi kaçınılmaz değil. Zevk uğruna gereğinden fazla biriktirilen eşya kadar, gereğinden fazla tüketilen internet, insanı melankolik bunalımlara sokacak kadar psişik yaralanmalara neden oluyor.

 

Birçok asparagas ve algı manipülasyonlarının yapıldığı internet gibi bir mecrada insan, kendi etken benliğini ve bilincini kullanmakta zorlanıyor. İnternet kanalı, ideolojilerin ve popülizmin pazarı haline gelen insanı robotlaşıyor, "kendi olmak" tan uzaklaşıyor. Erich Fromm'un Özgürlükten Kaçış kitabında dediği "Günümüzde insana en çok acı veren, yoksulluk değil, büyük bir çarkın küçük bir dişlisi, bir robot haline gelmiş olmak ve yaşamın boş ve anlamsız olmasıdır." dediği varoluşsal edilgenlik ile karşı karşıya kalan bir insan kimliği ortaya çıkıyor. 

HAYRULLAH SEÇEN