Seçimlerin üzerinden birkaç ay geçti. Bakanlıklar, komisyon üyeleri belirlendi. Yeni bir dönem, yeni bir süreç başlıyor. Geride bıraktığımız dönemlerde yapılan yanlışların bu dönemde yapılmamasını umuyoruz.

Özellikle aile kurumuna yönelik yapıcı adımlar atılmalıdır. Geride bıraktığımız yıllarda kadın hakları üzerinden aile kurumu yıpratılmaya çalışılıp kadın ve erkek birbirinin rakibi hâline getirildi.

Aile kurumu asimile edilip aile içinde fertlerin rolleri değiştirilmek isteniyor.

Yüzyıllardır değerlerimiz ile hayat bulmuş ve toplumumuzu ayakta tutan aile kurumu ne yazık ki hayâsız ve merhametsiz kirli eller tarafından yıkılmak, yok edilmek isteniyor. Bu kirli oyunların farkında olmayan aile bireyleri; hırçın, doyumsuz, agresif ve bir o kadar da bencilleşiyor. Bu da beraberinde buhran getiriyor. Aile kurumunda yaşanan buhranlar neticesinde bireyler özünden uzaklaşıp sağa sola savruluyor.

Aile bireylerini bu raddeye getiren neydi?

Tabi ki bırakacağı tahribatlar düşünülmeden çıkarılan yasalar. Bir türlü vaz geçemediğimiz yaşam tarzımızla, toplumumuzun değerleri ile hiçbir şekilde uyuşmayan yasalar.

Toplumumuzun kimliği niteliğinde olan maddi ve manevi değerlerimiz, dil, inanç gibi paradigmaları sağlayan temel özellikler aşındırılmak ve yerine batının kültür bile tabir edemediğimiz başıboş yaşam tarzına evirilmek isteniyor.

Kadının beyanının esas alınması ile birlikte başlayan bir süreç.

Kültürel kodlarımız ve değerlerimizle uyuşmayan, cinsel ayrımcılık içeren yasaların mağdur ettiği insan sayısı milyonlarla ifade ediliyor.

Cinsiyet temelli kışkırtma, ayrıştırma neticesinde atılan iftiralar, erkeğin itibarsızlaştırılması ve aile kurumunun itibarına vurulan neşter!

Çıkarılan yasaların bıraktığı tahribat, aile kurumuna verdiği zararlarla kalmayıp toplumun farklı kesimlerinden kötüye kullanmak suretiyle insanlar mağdur edildi.

Kadının ilk beyanı esastır zihniyetiyle adaletsiz kararlar verilerek mağduriyetler yaşatılmaktadır.

Bir arkadaşımın anlattığı olay, durumun vahametini ve ciddiyetini açık bir şekilde gözler önüne seriyor.

Öğretmenine ders notunu düzeltmesi için attığı iftira ve yaptığı şantaj… Attığı iftiradan sonra pişman olup gerçekleri anlattığı hâlde ikinci beyanın kale alınmaması…

Ve yılları çalınan bir öğretmen!

Bu ve buna benzer onlarca mağdur.  Sorunun kaynağı belli, teşhis konmuş. Fakat milyonlarca insanın hayatının alt üst olmasına sebep olan yasalar her ne hikmetse hâlâ yürürlükte. Aile kurumu ve bireyler bu nedenlerden dolayı zarar görmeye devam ediyor.

Umarım yeni süreçte Aile Bakanlığı ve hükümet bir an önce harekete geçer, etkili ve kesin çözüme ulaşırlar.

Üç maymunu oynuyorlar

Son günlerde çok konuşulan bir konu da okullarda karma eğitim zorunluluğu ve kız, erkek okullarının ayrı olması. Dileyen veliler çocuklarını kız okullarına, erkek okullarına veya karma eğitimin olduğu okullara gönderebilme imkânı sunuyor.

Bunun konuşulması potansiyel olarak iyi bir gelişme olmakla birlikte çok geç kalınmış bir konu. Bu konuşulanlar konuşmadan öte pratiğe dökülmeli, hayata geçirilmelidir.

Karma eğitimin zararları bütün dünya tarafından kabul görülmüş bir gerçek. Ancak her ne hikmetse bizim ülkemizde çağa ayak uydurma oyunlarını oynayanlar bu gerçeğe karşı üç maymunları oynamaktadır.

Bilim, teknoloji, inanç, kültür ve ahlakı, eğitimin bileşenleri olmaktan çıkarırsanız, hep dünyaya geriden bakarsınız. Ve ne yazık ki hep dünyanın gerisinde kalırsınız.

Yüzyıldır karma eğitimin dayatmalarından dolayı bir arpa boyu ilerleme sağlanamadı. Karma eğitimle birlikte kaç tane bilimsel buluş gerçekleştirildi. Kaç tane özgün tez yazılıp bu tezlerle eğitim camiasına yeni bir gelişme sağlandı. Üniversitelerde kopyala kes yapıştır mantığı ile tezler yazılırken, yazılan tezlerin çoğunluğu yabancı dillerden çeviri metinlerinden müteşekkil.

Bundan dolayı okullarda eğitim sistemi baştan aşağıya revize edilmelidir. En başta karma eğitim dayatmasından vazgeçilmeli, daha sonra eğitim müfredatı sosyolojik değerlerimizle bütünleştirilmeli ve en son değerlerimize özgü bir eğitim sistemi getirilmelidir.

Şayet bunlar yapılırsa; o zaman göreceksiniz ve anlayacaksınız, bilim ile inancın bir arada olmasıyla gelişmenin ne demek olduğunu. O zaman göreceksiniz, “iman varsa imkân da var.” veciz sözünün ne demek olduğunu.

İman ve imkânın olduğu bir toplumda; bilimsel ve teknolojik gelişmenin ahlaki erdemlerle bir araya gelmesiyle, buluşlar ve icatlar doğar. Tıpkı, kızamık ve çiçek hastalığını keşfeden alim Razi, ilk sosyolog İbni Haldun,  ilk ecza kitabını yazan İbnül Baytar,  ilk uçağı yapan Ebu Firnas, bilimsel gözlemin, trigonometrinin, izdüşümün ve dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü keşfeden Biruni, mikrobu ilk tanımlayan alim Akşemseddin, cüzzamı bulan alim İbni Cessar ve daha yüzlerce buluşu yapan İslam alimleri gibi yeniden ecdadımızın ruhuna dönmenin vakti çoktan gelip geçmiştir.

İslam'ın Altın Çağında İslam coğrafyası içerisinde çalışmalarını yürüten bilim adamları, karma eğitimin zorunluluğuna kurban edilmediğinden dolayı;  formal bilimler, fiziksel bilimler, yaşam bilimleri, sosyal bilimler, uygulamalı bilimler ve disiplinler arası bilimler üzerine çalışmalar yapmış, büyük adımlar atmışlardır.  Ecdadımızın şanına yakışacak; âlim, mütefekkir, mucit ve bilim adamı yetiştirmek istiyorsak karma eğitim sisteminden vazgeçmemiz icap etmektedir.

Bilimsel buluş ve ilerlemeler, karma eğitimin olmadığı dönemde meydana gelmiş ve her milletten gelişmeler meydana gelmiştir. İslam'ın altın çağı döneminde Müslüman bilim insanları içerisinde Arap, Fars, Türk, Kürt olduğu gibi İslamiyet'i kabul edip Müslüman olan Çinli ve Yunanlı gibi çok değişik milletlere mensup bilim insanları, âlim ve mütefekkirler karma eğitimin olmadığı dönemde ilklere, büyük buluş ve gelişmelere imza atmıştır.

Demem o ki bırakın şu bağnaz karma eğitim dayatmasını! Gelin özümüze ve gerçekliğimize dönüş yapalım. Ülkemizin selameti ve gelecek nesillerin daha aydınlık yarınlara ulaşması için, karma eğitim zorunluluğundan vazgeçilmelidir.

SEMA YARAR