Bismillahirrahmanirrahim!

İhlas Risalesi’nden istifade ettiğimiz iki yazının ardından ihlası zedeleyen hususlara değineceğimi belirtmiştim. Bunun için de geriye dönük bir çalışma yapmamız gerekti. Çünkü Üstâd, ümmetin içinde bulunduğu birçok sıkıntının kaynağına Yirminci Lem’a’da değinmiş, çözüm yollarını da irdelemiş. İslam coğrafyasında zillet, ihtilaf ve münakaşanın, ehl-i dalâlet diyarında ise buna karşılık birlik, yardımlaşma ve ilerleyişin içyüzüne değinmiş. Gelin bunlardan istifade edelim.

Mühim ve dehşetli bir soru soruluyor Üstâd’a. Neden ehl-i gaflet, dalâlet ve nifâk,  ittifak ettikleri halde ve birlik ruhu ehl-i hakta olması gerektiği halde ümmet ihtilaf bataklığına düşmüş?

Üstâd bu soruya 7 açıdan bakıyor. İrdeleyelim.

1- Ehl-i hakkın ihtilafı hakikatsizlikten, ehl-i gafletin ittifakı hakikatten değil. Peki neden? Her bir cemiyet kendince maişet, teveccüh, şan gibi meselelerde ayrı bir iş tutmuş, haliyle birliği gerektirecek bir husus olmadığını tevehhüm ediyor. Bu sebeple enaniyetin hatırı, hakkın hatırına galip geliyor. Oysaki kabul edilmek, nüfuzunu artırmak, teveccüh kazanmak görev değil, bilakis Rabbimize bırakılacak bir meseledir.

2- Ehl-i hakkın ihtilafı aşağılık duygusundan olmadığı gibi, ehl-i dalâletin ittifakları himmetinin yüceliğinden değil. Sevap hırsı ve yarışı, bazen kardeşlik hukukunu zedeleyecek denli bir rekabete dönüşebiliyor, “Neden onun takipçileri benden çok” sorgusuna getiriyor. İhlasın kırılmasıyla nefsi enâniyet okşuyor, sonunda hubb-u câha (makam sevgisi), oradan riyaya sebebiyet veriyor. Oysaki Rabbimiz, takipçilerin çokluğundan bizleri mesul etmez. Yoksa (haşa) eğer ki buna dikkat edilse 950 yıllık tebliğ sürecinden sonra bir elin parmağını geçmeyen takipçisiyle Hz. Nuh’un (a.s.), Kur’an’da örnek verilmesi garip olurdu. Öyleyse halklara kabul ettirmek gibi bir vazife-i ilahiyi dert edinmemek lazım. Yeryüzünde nice bilinmeyenler vardır ki, göklerde şöhret sahibidirler. Hem ihlasla yapılan her bir zikir, havada izn-i ilahi ile yazılır, ruhanilerin kulaklarına gider, nefis rayihası oradan her tarafa yayılır. Yani ihlasla yapılan iş, boşa gitmez.

3- Ehl-i hidayetin ihtilafının kaynağı, akıbetini düşünmemek veya dar görüş değil, belki ihlası ve istikameti kaybetmelerindendir ihtilafları. Ehl-i dalâletin ittifakı da ileri görüşlerinden değil, belki de aksine acil bir menfaatten ve hazır bir lezzete ulaşmaktandır. Bu derdin çaresi, “Allah için sevmek” sırrıyla kardeşini kendine öncelemek ve imamlık görevini (kendisi çokça istediği halde) kardeşine verebilmektir. Hem tâbi olanın imamdan daha az sorumlu olduğu da bir hakikattir. Öne geçme fırsatı varken ve nefis bunu arzu ediyorken arkada kalmayı kabullenmek, kişinin benliğini enaniyetten, hatalı davranışlardan ve büyük mesuliyetlerden korur.

4- Ehl-i hidayetin ihtilafları zaaftan, ehl-i dalâletin kuvvetli ittifakı ise kuvvetlerinden değildir. Zayıf olan birleşip güçlenir. Bu tabiatın kanunudur. Aczin verdiği birleşme ihtiyacı, zıtlıkları dahi kendi içinde bir ve beraber kılmaya itiyor, daha dün birbirinin boğazına yapışanları canciğer kuzu sarması yapıyor. Müslümanların “İyilik ve takvada yardımlaşın!” (Maide Suresi, 2. ayet) emr-i ilâhîsine muhalefetin ne derece zararlı olduğunu, ehl-i dalâletin ehl-i hakikate galip gelmesini ne derece kolaylaştırdığını (yaşamadan) bilmek, fedakar ve samimi bir şekilde ittifak etmek gerek.

5- Ehl-i hakkın ihtilafı namertlikten değil, ehl-i dalâletin ittifakları mertlikten değil. Ehl-i dalâletin samimi ve bazen aşırı sayılacak denli işine yapışması, ehl-i hakikati aciz ve ona mecbur bırakacak denli büyümesine sebebiyet verir. Ehl-i hakkın gücünü işine vermek yerine birbiriyle uğraşmaya vermesi ise izzetlerini aldığı gibi, ehl-i dünyaya dalkavukluk etmeye mecbur bırakır. Bir kurtuluş ümidiyle fırsatını bulduğu anda ülkeyi terketmek isteyenler, botlarda boğulanlar … Müslüman, Müslümandan kaçıp Batı’ya sığınıyor, tüm enerjisini ehl-i hakkın değil ehl-i dünyanın selameti için harcıyorsa; burada irdelenmesi gereken onun kaçışı kadar, o kaçışa sebebiyet veren ihtilaf, zillet ve anarşi ortamıdır. Herkesin birbirini fişlediği, imkanı olsa etini dişlediği bir vaziyete, nasıl ki kardeşlik hukukunu yok sayacak denli bir ihtilafa sebebiyet verdi… Öyle de bizi kurtaracak olan, en azından küçük meselelerde ehl-i hakkın kusuruna karşı gözü yummak, çekişmeye ortam aramamak, muavenet ve uhuvvet adına sınır hududunda görev tutan asker gibi ihlasla çalışmayı tekrardan tesis etmek gereklidir. Livechillah yapılan bir işin neticesi rıza-yı ilahi, mayası ihlassa, o iş küçükse de büyüktür!

6- Ehl-i hakkın ihtilafları kıskançlıktan değil, ehl-i dalâletin ittifakları âlicenaplıktan değil. Evet kıskançlık, bir şeye çok ellerin uzanmasından doğar. İslam davası, her fırkaya yetecek ancak tek fırkanın taşıyamayacağı denli gayet büyük bir hazine sandığıdır. O büyük sandığı taşımaya gelenleri, hazineden pay kapmak isteyen kişiler gibi görmek değil, bilakis yükünün hafiflemesine vesile olan kardeşler gibi görmek icab eder. İnsan insanın kurdu değil, yurdudur. Aynı şey tartışma ahlakında da önümüze çıkar. Kişi hakkın hatırı için münazara ettiğinde insaf düsturuyla hareket ederse, belki bilmediği bir şeyi öğrenmiş olur. Ancak haklı gelmek adına mücadele etmede aşırıya giderse belki tartışmayı kazanmış, ama bir kardeşini ve bilgiyi, görgüyü de kaybetmiş olur. Bu ise ehl-i hakikatin sakınması gereken bir vaziyettir.

7- Üstâd’ın riyadan nefret ettiren, ihlası kazandıran bir tavsiyesi vardır ki, bu da ölüm hakikatini hatırımızdan silmemektir. Zira ölüm, cedelleşmeyi de, makam sevgisini de, haklı olma arzusunu da, dünyevi menfaat iştiyakını da, velhasılı her şeyi sıfırlayacak denli büyük bir hakikattir. Bu hakikatin farkına varmak, ihlasın sırrına vakıf olmaya vesiledir.

Hülasa meseleye iki yönlü yaklaşınca birliğin ve yalnız başınalığın farklı yorumunu görüyoruz. Ehl-i gafletin zayıflığı, onları birleşmeye itmiş. Samimi bir ihlas, şerde dahi neticesiz kalmayacağı için birliğin gücüyle hareket etmenin meyvelerini yiyorlar. Ehl-i hakkın “İyyeke nestain” (Yalnız Senden (C.C.) yardım dileriz) sırrınca bir izzeti ise yardımlaşma ve birliğe olan ihtiyacı hissetmemeye, oradan da acziyete düşmeye sebebiyet veriyor. Bu derdin çaresi ise şunlardır:
Müspet hareket etmek…
İttifak edilecek hususları ön plana koymak…
‘Yarı yarıya’ anlamına gelen insaf düsturunu hatıra getirmek, “Hak sadece benim” gibi, bu düsturu yok edecek bakış açılarından kaçınmak…
İttifakın, izzeti artıracağını bilmek…
Ehl-i dalâletin toplu saldırılarına karşılık ancak bir şahs-ı manevi etrafında birleşerek hakkaniyetin muhafaza edileceğini bilmek…
Bunun için de enâniyetini, izzetini, ehemmiyetsiz ve rekabetçi hisleri terk etmek, yani Kevser-i Kur’ânî’den süzülen o büyük havuzu kazanmak için buz nevinden enaniyetini havuzun içine atabilmektir.

Bizi bir ve beraber kılan, İslam Peygamberi’nin (SAV) “Ey Allah’ın kulları, kardeş olunuz!” çağrısına uymak adına birbirimizi Allah için sevelim. Herkesin kendi işiyle samimi ve halis bir niyetle meşgul olduğu, aynı zamanda birliğin kaim olduğu bir düzen, her cemiyet-i amalde olduğu gibi, ehl-i hakka da büyük fayda sağlar. Hem kişi, bu düsturla hareket edip hayırlı bir yolun açılmasına vesile olsa, ölüm gelse, yalnız günah cihetiyle ölür, sevap cihetiyle yaşamaya devam eder. 

Rabbim bizlere ihlasın ve uhuvvetin edebiyatının yanında ve ondan daha ziyade hakikatini ve hukukunu ikame etmeyi nasip etsin! Dünya, imtihan dünyası… Rabbim, diniyle ayakta kalanlardan ve imtihan vesilesi olmayacak denli bir ihlas ve uhuvvetle bezenenlerden eylesin!

Rabbim kitaptan ayırmasın!

Selam ve dua ile…

Abdullah Ayyıldız (Konuk Yazar)