Şiir sözlü, cennet yüzlü, kamil bir dava adamı. Bazı insanları görünce dünyaya, konfora, rahatlığa artar isteğin, eksik görürsün kendini, yaşantın basit gelir sana, yutkunur ve belki de hırs yaparsın; ama sen hocam senin tatlı simanı gördükçe, dinledikçe seni kendinden geçiyor ruhlar, kendinden utanıyor; çünkü her şeyi insan sevgisi olan, yüreği yanık, içeriden tutuşan, içeriden konuşan duruşuna hayran olmamak elde değil hocam…

Konuşmanın akıcılığı/akılcılığına, belagatinin etkileyiciliğine, hitabetinin sıcaklığına sadece seni sevenler değil senin fikirlerinle arasına aşılmaz duvarlar ören kişileri bile yumuşatan duruşuna hayran olmamak elde değil hocam.

İnsanlık davasının gür sesiydin sen. Yıllardır içimize attığımız lisanındı aslında seni dinleyince bizi bizden alan, Harun’umuzdun belki de bizi en güzel ifade eden.. Herkesi kuşatıcılığın, derin analizlerin, pürüzsüz hitabetin, kıvrak zekan, Mümin ferasetinle saatler nasıl akardı seni dinleyince farkına varmaz olurduk.

Kimisi ayda bir saatini, kimisi haftada bir saatini ayırır hayır işlerine, hayırlı işlere; oysa sen hocam senin bütün zamanın insanların ve insanlığın kurtuluşu içindi, başka bir hayatın yoktu sanki; sıyrılmıştın bu dünyanın tüm çekiciliklerinden.. El hak biz şahidiz sana..

Kabiliyet adamı! Toplumların ve şehirlerin kaderini/gidişatını değiştirecek yeterlilikte ve donanımdaydın. Orijinal fikirler üretmen, herkese anlayacağı seviyeden konuşman, farklı fikirlere açıklığın, muhataplarını can kulağınla dinlemen, mütevaziliğin, hele hele her öğrencinde ‘’Mehmet Hoca en çok beni seviyor’’ duygusunu oluşturmuş olman peygamberi bir metodu/ahlakı takip etmekten olsa gerek..

Çilekeş Keko! Ne çok çile çekmişliğin varmış bakir bir alanda muhafaza ettiğin… Camide Kur’an dersi vermenin, okuyan, araştıran, salih bir gençlik için çırpınmanın karşılığı soğuk duvarlar, karanlık dehlizler, paslı, demir kapılar, soğuk sular… Böbreğini  mi çürüttüler Keko on dokuz yıl bir sır gibi sakladığın.. Sıraya girmiş kardeşlerin ve bacıların vermeye gelmişler böbreklerini, canlarından bir parçayı, cana katmaya gelmişler.. Bir bacının avuçlarını açıp ’’Allah’ım senin katında Mehmet Yavuzlar çoktur; ama bizde yok Mehmedimizi bize bağışla’’ duasındaki samimiyetine tebessüm ederek ‘’Bu dava o kadar güzel ki, o kadar güzel insanlar ki bırakmıyorlar rahat rahat ölelim’’ derken ki gülümsemeni unutmak mümkün mü Hocam…

Gençler yıllardır seni bekler dururmuş sloganik, hamasi sözlere değil entellektüel birikimine, fikirsel donanımına ve aydın hassasiyetine hasret.. Hatırlar mısın Keko! Bir üniversite kulübünün düzenlediği konferansa davetliydin üniversite yönetimi ne anlatacak ki diye küçümsemiş; ama senin elli dakikalık konuşmandan sonra hayret ve hayranlıklarını dile getirmişlerdi. Hani akşam seni ağırlamak için orta yaşlılar, zenginler nasıl da ısrarcıydılar, nasılsa bize gelecek havasındaydılar; ama sen kesin ve kararlı bir şekilde akşam yemeğine ve yatılı olarak üniversiteli genç arkadaşlarımdayım deyip çeşit çeşit yemekleri, en rahat yataklarda uyumayı red edip gençlerle menemene somun  bandırmayı, kanepede uyumayı tercih etmeni hele hele tabakları yıkamaya teşebbüs etmeni gençler çoktan zihinlerinin derinliklerine kazımışlardı bile..

Dertli Keko! Doktorlar acı haberi verip, hastalık bütün bünyeyi kaplamış, sayılı günlerin kalmış dediklerinde bilmiyorlardı tüm ruhunu dava ve kardeşlerinin sevgisini kapladığını, bilmiyorlardı işte… Kemoterapinin en ağır zamanlarında, acıların en katlanılmaz anlarında ‘’Yusufları özgür olarak, ailelerinin yanında göreyim daha gözüm arkada kalmaz’’ diyecek kadar kendi bünyenden uzak olduğunu ne bileceklerdi.. “ibadetlere devam, karşılıksız iyiliklere devam” diye sayıklaman içindeki güzelliğin yansımasıydı.

Gençler seni unutmaz Keko! ruhun şad, mekanın cennet olsun

Mustafa DURMAZ (Konuk Yazar)