Bismillah deyip yazımıza kaldığımız yerden devam edelim;         

Eğer insan kalbinin asıl eksenini Allah sevgisine göre ayarlayıp, diğer bütün sevgileri ise “Allah için veya Allah’ın rızasına uygun" olacak şekilde birer yörüngeye oturtursa, işte ancak o zaman semadaki o mükemmel ahengi iç âleminde kurabilir. O zaman her bir sevgi, kendi ağırlığına uygun bir yörüngede akıp gider ve hiçbir sevgi diğeriyle çarpışmadan insanın iç dünyasını zenginleştirir.

Elbette bu ahengi kurabilmek için önce kalbi Muhabbetullah’a ayarlı bir eksene oturtmak gerekiyor. Bunun da bir usulü var elbette.

Sevgiler birbirinden ne kadar farklı olsa da hepimiz biliyoruz ki bütün sevgilerin bir ortak yönü var; “Sevgi, beraberlik istiyor.” Bir kişiyi çok sevdiğinizi söyleseniz ama hiç arayıp sormasanız, hiç ziyaret etmeseniz, “Bu nasıl sevgi yahu?” demez miyiz? Demek ki kuru kuruya bir sevgi iddiasını herhangi fani bir insan bile kabul etmiyor.

Cevamiul kelim mucizesinin sahibi Peygamber efendimizin, “Kişi sevdiğiyle beraberdir” (Buhârî, Edeb, 96) hadis-i şerifi, bir yerde, “Seven, sevdiğiyle beraberlik için fırsat kollar, beraber olmaya çare arar” manasını da işaret ediyor. Öyleyse Allah’a karşı sevginin de ispatı ancak Allah’a yaklaşmak için vesileleri kollamak, hiçbir fırsatı kaçırmamaya çalışmakla mümkün.

Meşhur kudsi hadis-i şerifte Cenab-ı Hak; “Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır. Nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun (âdeta) işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, akleden kalbi ve konuşan dili olurum. Ben’den her ne isterse, onu mutlaka veririm. Bana sığınırsa, onu korurum.” (Bkz.Buhârî, Rikāk, 38; Ahmed, VI, 256; Heysemî, II, 248) buyuruyor.

Âlim ve evliyaların tarifine göre, muhabbetullah ve marifetullah kalpte bir nurdur. Bu nur; ibadetle, zikirle iyice kalbe kök salar ve sonunda kul sırf “Allah için” olur. Böylelikle de kalbindeki bütün sevgiler ve sarf ettiği bütün çabalar sadece Allah içindir.

Bu sebeple de kendi nefsi adına bir duygusu kalmamıştır ve Allah’ın dinine hizmetin veya Allah’ın emirlerine uymanın onun dünyevi hayatına getireceği zorluk ve sıkıntıları hissetmez olur. Yahya b. Muaz muhabbetin bu derecesi hakkında, “Hakiki muhabbet eza ve cefa ile eksilmez, iyilik ve ihsan ile de artmaz,” buyurur. Böyle bir muhabbete eriştiği zaman, Allah’tan gelen hiçbir bela ve imtihan kişinin kalbini bulandırmaz.

 Kuvvetli muhabbetin bir işareti de, sevilen Zat’ın adı anıldığı zaman kalpte bir ürperişin meydana gelmesidir. Mecazi bir aşkta bile âşık olan sevgilisinin adı anıldığı zaman yüzünün rengi değişerek kendini ele verir. Elbette böyle bir kul da, “Allah bunu emretti” sözünü duyunca hemen harekete geçer ve hiçbir tereddüt geçirmez. Ayet-i kerimede böyle bir kalp hassasiyetine sahip olan sahabelerin hali şu ifadelerle övülmüştür: “Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer. Kendilerine O' nun ayetleri okunduğunda imanları artar ve onlar yalnız Rablerine tevekkül ederler.” (Enfâl; 2)

İnsanın kalbi Allah’ın muhabbetiyle hassaslaşınca, şehvetlerin verdiği ağırlık ve gafletten kurtulur ve her şeyi selim bir akılla görmeye başlar. Bu durumda da fani olan dünyaya değer vermez, insanların düşkünlük gösterdiği şeyleri küçümser, Allah’ın sevgisine layık bir kul olmayı asıl gaye edinir. Böyle yaptıkça da Allah o kulunu daha çok sever ve ona sevgisini nasip eder. Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: “Allah, takva sahibi, gönül zengini ve kendisini ibadete vererek şan ve şöhretten uzak duran, nefsinin ıslahı ile meşgul olan kulunu sever.” (Müslim, Zühd, 11)

Selam ve duâ ile...

SEMRA YILDIRIM/DOĞRUHABER