Savaş, insan zihnini ve bedenini etkileyen en acımasız kavramlardan biridir. İnsanın ruhunu sıkan bu kavramın, dünyadaki birçok yerde devam ettiğinden haberdarız. Bazı ülkeler doğrudan bir savaşın eşiğinde veya içindedir. Bazı ülkeler ise savaşın bulunduğu coğrafyalarla olan münasebetlerinden ötürü yapılan savaşlardan etkilenmektedir. Tarihte olduğu gibi bu gün de insanların gündemlerinde savaş ve mücadele gibi kavramlar yer almaktadır. Eski meydan savaşları yerini teknolojik ve psikolojik savaşlara bırakmış, ancak insanlar arasındaki çatışmalar daha şiddetli hale gelmiştir. Bazı coğrafyalarda katletmeler, cinayetler ve kıyımlar gittikçe artıyor. Bazı topraklarda zulmün yankıları sürüyor. Bazı bölgelerde şiddetin hâkimiyeti devam ediyor. Bütün bunlara rağmen savaş gibi istenmeyen bir durum vazgeçilmez olduğunda insanların zalimleşmeden mücadele edebilme olasılığı yok mudur? Ya da şöyle soralım: Savaşta merhamet olamaz mı?

            Sorunun peşine düşüyoruz. Tarihin yolculuğuna çıkıyoruz. Yıllar evvele uzanıyoruz. Yüzyıllar öncesine gidiyoruz. 12. yüzyıla varıyoruz. Akdeniz’in sahillerinde dolaşıyoruz. Kara topraklara, çöllere, dağlara ulaşıyoruz. Şehirlerden ve kalelerden yükselen dumanları görüyoruz. Krallardan ve sultanlardan emirler işitiyoruz.

            Tarih: Hicri 27 Recep 583; Miladi 12 Ekim 1187. Yer: Kudüs. Günlerden Cuma. Selahaddin Eyyubi, Kudüs’ü fethediyor. Hatta fetih gerçekleşmiş. Esir düşen Hıristiyanlar ve Haçlılar, Selahaddin’in neler yapacağını merak ediyorlar. Derin bir korku ve büyük bir endişe içinde bekliyorlar. Ve karar veriliyor: Merhamet! Ölüm fırtınasının dolaştığı bir anda yaşatmaya kıymet veriliyor. Muameleye bir değer biçiliyor: Merhamet!

            Fidye verebilecek esirler, Kudüs şehrinden emniyet içinde çıkabilecekler. Fidye veremeyecek durumda olanlar ise, Allah için serbest bırakılacak ve onlar da selamet içinde şehirden ayrılabilecekler. Selahaddin müsamahakâr davranıyor ve merhamet gösteriyor. Selahaddin’in bu şerefli tutumu Tarihçi Yazar Lin Pol’ü hayran bırakıyor ve şöyle dile geliyor: Bu, Müslüman sultana müsamahakârlığın manasını Hıristiyanlara öğretme fırsatı vermiştir.

            Selahaddin’in merhametli duruşuna, savaşta kocalarını kaybeden ya da kocaları esir düşen kadınlar şahitlik ediyorlar ve onlar da ağlayarak Selahaddin’in huzuruna çıkıyorlar. Selahaddin, onların kim olduklarını ve ne istediklerini sorunca, ona kendilerine şefkatle ve merhametle muamele etmesini istediklerini söylüyorlar. Sonuç: Selahaddin, onlara merhamet ediyor ve kocaları hayatta olanların kocalarıyla birlikte istedikleri yere gitmelerine müsaade ediyor. Bitmiyor. Kocaları ya da babaları ölmüş olanlara da geçinmeleri için kendi iaşesinden onlara para veriyor. Onlar ne yapıyorlar? Kadınlar nasıl davranıyorlar? Kadınların şahitliklerine tarih şahit oluyor ve onlar da Selahaddin’e bol bol dua ediyorlar.

            Kudüs fethedilmiştir. Hıristiyan hacılar, merak içinde: Ne olacak? Selahaddin Eyyubi, inancının gereğini yapıyor ve Hıristiyanların hac mekânlarına dokunmuyor. Kudüs’ün üstüne merhamet yağıyor ve Kıyamet Kilisesi olduğu gibi kalıyor. Buna şahit olan bazı Hıristiyanlar, kurtuluş fidyesini verdikten sonra Selahaddin’e geliyorlar. Kimseye sıkıntı vermeyeceklerini ve şehrin hizmetinde bulunacaklarını vaat ederek Kudüs’te kalmak istediklerini söylüyorlar. Selahaddin de hukuk önünde Müslümanlarla eşit olacaklarını belirterek onlara izin veriyor.

            Tarih ne diyor? Okuyalım: Müslümanlar hâkimiyetleri altına aldıkları şehirde işte bu şekilde merhametle muamele ettiler. 1099 yılında Haçlıların Kudüs’e girişi düşünüldüğünde bunun ne denli büyük bir şey olduğu anlaşılabilir. Godefrey ve Tankrid (Dönemin Haçlı liderleri) şehre girdiklerinde cadde ve sokaklar ölülerden geçilmiyordu. Öldürülen Müslümanlar yakılıyor ve kan gölüne atılıyordu. Caddelerde yürüyenlerin ayakları topuklarına kadar ölülerin kanlarına batıyordu. Ayrıca Haçlılar şehri yağmalamışlar, kadın ve çocuklara da musallat olmuşlardı…

            Ceymis Rastonn şunları söylüyor: İşte Selahaddin 1187 yılında Kudüs’e girerken örnek bir davranış sergilemiştir. Selahaddin 1099 yılında Haçlıların yaptıklarına intikam alarak karşılık vermemiştir. Rastonn’a söylemek gerek: Selahaddin’de gördüğünüz merhametin kaynağı, onun inancıydı ve bağlı olduğu değerlerdi. Rastonculara öğretmek gerek: Bu inancın ve değerlerin en mükemmel hali, Hz. Peygamber’in (sav) yaşamıyla emsal olmuştu. Her türlü kötülüğe maruz kaldıktan sonra Mekke’den Medine’ye göç eden ve yıllar sonra Mekke’yi fetheden Hz. Peygamber’in merhametini Rastonn duymuş muydu acaba?

            Raston ve onun zihniyetinde olanların, dinlerin (bilhassa İslam’ın) savaşta bile merhametli olmayı emrettiğini duyup duymadığını bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var: 12. yüzyılda Selahaddinler, Kudüs şehrine huzur iklimi yaşatırken, Hıristiyanlara merhametle muamele ederken ve Haçlılara karşı müsamahakâr davranırken; 21. yüzyılda, Kudüs’te Selahaddin’in torunları zulme uğruyor, Kudüs şehri ağıt olup göğe yükseliyor, her gün onlarca Müslüman, şehitler kervanına katılıyor. Hatırlatmak lazım: Selahaddin Eyyubi, en güçlü olduğu devirde en şerefli duruşu sergiledi ve merhamet gösterdi. Sormak lazım: Savaşta merhamet olamaz mı?

 

Eşref Nas (Konuk yazar)