İnsanların tamamen dünyevileştiği bir çağda yaşıyoruz. Bu dünyevileşme ile beraber, bencillik ve menfaatperestlik gibi hasletler günden güne artmaktadır. Ahireti unutarak, kendini sadece bu dünyaya ait zanneden insanlar, bunun sonucu olarak; hayata sadece kendi eksenlerinden bakar hale geldiler. Kendi istekleri, kendi zevkleri kendi mutlulukları dışında hiç bir şeyi umursamaz oldular. Empati denen şeyin farkında bile olmayan bu tarz kişiler, insanları sürekli kırmakta, yakınlarına hayatı çekilmez kılmaktalar.

Bana gelmeyene ben de gitmem, beni aramayanı ben de aramam gibi sözleri ne kadar da çok duyar olduk. Yapılan en ufak bir hata yıllarca süren dostlukları bitiriyor, akrabalar arasında dolaşan bir söz, kardeşler arasında düşmanlığa sebep oluyor. İncir çekirdeğini doldurmayan bir sebepten yıllarca konuşmayan akrabalara şahit oluyoruz ne yazık ki.

Toplumun bu hale gelmesi, İslam ahlakını her ne pahasına olursa olsun yaşamaya çalışan Müslümanlar için ayrı bir imtihan olmaktadır. Bu imtihan bazen yıpratıcı ve dünyayı tüm genişliğine rağmen daraltan ağırlıkta olsa da inancımızın yüklediği sorumluluk duygusuyla sabrı kuşanmamız gerekir. Zira bencilliğe, vefasızlığa, iyilik karşılığında kötülük görmeye karşın iyi kalmakta ısrar etmek, nefse çok ağır gelir.

“Dünya Mü’minin zindanı, kafirin cennetidir.” Hadis-i Şerifi sırrınca, bu dünyayı dertsiz, tasasız yaşama gibi bir beklentisi olan kişi, İslam’ı tam olarak anlamamış demektir. Zira bizler; gelmeyene gitmemiz, aramayanı aramamız, duyduğumuz en ağır sözleri sineye çekmemiz, aynı hatayı defalarca yapsalar da yine affetmemiz gerektiğini Allah Rasulü (S.A.V.)’den öğrenmiş kişileriz.

O ki; komşusu olan amcası ve yengesinin tüm eziyetlerine katlanmış, bir kez olsun onlara karşılık vermemiştir. Hatta rivayetlere göre Tebbet Suresi nazil olup Ebu Leheb’in cehennemlik olduğu kesinleşene kadar Peygamber Efendimiz (S.A.V.) onu bireysel olarak yetmiş kez İslam’a davet etmiştir.

Mekke döneminde çektiği tüm eziyetleri O’na yaşatanlar yine akrabaları olmuştu. Elinde imkan varken onlardan intikam almayışı, Mekke’nin fethinde onları affetmesi aynı zamanda gönüllerini de fethetmesine vesile oldu.

Şu hadise de yine konumuza ışık tutacak eşsiz örneklerdendir. Bir gün Allah Rasulü’ne (S.A.V.) sorarlar: Ya Resulullah! Neden herkesten çok Ali'yi seversin?
Allah Rasulü (S.A.V.): Neden çok sevdiğimi anlatayım mı?
Anlat derler. Efendimiz (S.A.V.) sorar:
Birisi size kötülük yapsa ne yaparsınız?
-İyilik yaparız efendim derler... Yine kötülük yaparsa?
-Yine iyilik yaparız. Soruyu tekrar eder; Yine kötülüğüne devam ederse?

-Düşünürüz Ya Resulallah derler.
Allah Rasulü (S.A.V.): Çağırın Ali'yi diye buyurur.

Hz. Ali gelir, Allah Rasulü (S.A.V.) sorar;
Ya Ali! Birisi sana kötülük yaparsa sen ne yaparsın?
Cevap verir; İyilik yaparım, der. 7 kez tekrar eder.

Son defa sorunca da o iyilikler şahı şu mükemmel cevabı verir;
Ya Resulullah! Kötülük yapan kötülüğünden usanmıyorsa, ben iyilik yapmaktan niye usanayım ki...! der.
Allah Rasulü  (S.A.V.) soru soranlara döner ve "neden çok sevdiğimi anladınız mı" diye buyurur.

Bizler de Müslümanlar olarak O’nu usve-i hasene (en güzel örnek) olarak gördüğümüz iddiasında samimiysek eğer; nefsimize ağır gelen konularda sabır göstermekle mükellefiz. Çünkü imtihanı kazanmak nefse ağır gelen şeyleri yapmakla mümkündür.

Selam ve dua ile…

 

Seher Toprak (Konuk Yazar)