Ülkemizde adalet sistemi bir türlü rayına oturmadı. Daha doğrusu birileri bu sistemin rayına oturmasına müsaade etmedi. Çünkü birileri sürekli olarak üstünlerin hukukunun geçerli olduğu bir sistemi dayattı. Ülkenin kaymağını yemeye alışan bu jakoben kesim, hukukun üstünlüğünü hiçbir zaman kabul etmedi. Bu yüzden ülkemizde adalet hala kör topal yürümekte ve asıl akması gereken mecrasını bir türlü bulamamaktadır.

Müslüman halkın değerlerine ters bir hukuk sistemini dışarıdan ithal edip dayatanlar, aslında bu halka sadece kendi haklarının geçerliliğini de dayatmışlardı. Dolayısıyla çıkarlarının ve batının onlara dayattığı yaşam tarzını esas alan bir yargı sistemini oluşturmaya çalıştılar. Bu dayatma sonunda yargı sistemi ne deve oldu, ne de kuş. Deve kuşu gibi ucube bir şey çıktı ortaya. Bu sistemde, halkın değerleri hiçbir zaman yer alamadı.

İşte ithal ettikleri kanunlarla ve üzerine ilave ettikleri keyfiliklerle yargı sistemini tam da bir zulüm sistemine dönüştürdüler. Bu yargı sistemiyle cumhuriyetin ilk yıllarında binlerce âlimi bir hiç uğruna darağaçlarında astılar. Ezan okumak bile bu dönemde idam sebebi sayıldı. Hatta öyle garabetler yaşandı ki, insanları önce idam ettiler sonra yargıladılar. Çünkü birilerinin hukuku geçerliydi.

Tek taraflı hukukun geçerliliği 1960'lara kadar kesintisiz devam etti. Eski başbakanlardan rahmetli Menderes'in idamı ile en zirveye ulaştı. Yargılama adına normalleşme diyebileceğimiz bir süreci göremedik. Eski Adalet bakanlarından Moğultay, 5 bin hâkim ve savcı alımında; “CHP`lileri almasaydım da MHP'lileri mi alsaydım?" şeklinde adaleti dağıtacak kişilerin belirlenme kriterlerini açıkça ortaya koyuyordu. Aslında o güne kadar yargı sisteminin nasıl oluşturulduğu resmi olarak açıklanmış oldu.

28 Şubat süreci de dâhil yargı, hep dindar insanları sindirme mekanizması olarak kullanıldı. Bir türlü bu hastalıklı halinden vazgeçmedi. Yargı laik-jakoben kesimin elinde olduğu süre içerisinde hep mağdur olan dindar halk kesimi oldu. Ergenekon yargısı yerine Fetö yargısı işi devir alınca, mağdur edilen yine dindar halk oldu. Hala bu iki kesimin mağdur ettiği binlerce dindar insan cezaevlerinde mazlum bir şekilde çile çekmeye devam etmektedirler.

Yargı sistemi birilerinin tekelinden bir türlü kurtulamadı. Kurtulamadığı için de adalet sistemi sürekli kamburları olan bir yapıya dönüştü. Bu kamburlar sistematik bir şekilde sistemin içinde bulaşıcı hastalıklar gibi bütün bünyeye zarar vermeye başladı. Öyle ki 15 Temmuz darbesi sonrası binlerce hâkim ve savcı yargı sisteminden ihraç edildi. Bu yargıçlar daha önce terörist yaftasıyla ceza verdikleri şahıslarla, bu sefer terörist muamelesiyle aynı cezaevlerinde yatmaktadırlar.

Gelinen süreçte sık yapılan kanun değişiklikleri, hala nasıl bir kanun mevzuatının uygulanacağına da karar verilmediğini göstermektedir. Halkın değerlerinin geçerli olmadığı bir hukuk eğitimi müfredatında da, ehil ve tarafsız hukukçular da yetişmiyor. İnanç değerlerimiz bütün eğitim müfredatlarında en merkezi yere konulmadıkça, hukukun üstünlüğünün ölçüt olacağı bir yargı sistemini de görmeyeceğiz.

Bu yeni adli yıl ile bütün vatandaşların özlemini duyduğu şey şudur; 'benim işim mahkemelere düştüğünde, orada hukukun üstünlüğüne göre karar veren yargıçlar var' şeklinde bir eminliğin olmasıdır. Çünkü adalet bir toplumda en vazgeçilmez ise o toplum zeval bulmaz, yok adalet birilerinin isteğine göre şekil değiştiriyorsa, o toplumun çöküşü başlamıştır.

Zira 'zulüm ile abad olunmaz'.