15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün yıldönümüdür. Geriye dönüp baktığımızda içerden ve dışarıdan hala bu darbenin başarıya ulaşmasını arzu edenlerin bulunduğunu görüyoruz. İçerde bu darbeyi gerçekleştiren FETÖ'nün elebaşı olan hezeyanist tip hemen her ay bir darbe havasını 'elemanlarına' pompalayarak onları yeni kalkışmalara hazır vaziyette bekletti. Ana muhalefet ve bazı marjinal sol örgütlerde darbenin başarısız olmasına kahrolarak, yeni darbe beklentileriyle FETÖ'nün safında yer almayı tercih ettiler.

Dışarıdan ise ABD ve AB darbeyi görmezlikten gelerek, ikinci bir kalkışma için adeta bütün imkânlarını seferber ettiler. ABD, hezeyanist darbeci başını iade etmesi bir tarafa, darbe sürecinde görev alan kendi vatandaşı bir papazın tutuklanmasının 'kabul edilemez' olduğunu söyleyerek, öldürülen 249 insanın, binlerce yaralının, yapılan tahribatların ve bütün bir ülkenin geleceğine yönelik bu saldırının bir papazın tutuklanması kadar önemli olmadığını bize gösterdi.

Darbe sürecinden sonra ülke, içeriden ve dışarıdan adeta bir işbirliği konsepti içerisinde, bir kaosa sürüklenme harekâtına tabi tutuldu. Dışarıdan gelen abluka ve saldırı hamleleri anlaşılabilirdi, ancak içeriden geliştirilen darbe seviciliğini anlamak ise mümkün değildir. Darbeyi gerçekleştiren FETÖ ve onun işbirlikçisi örgütler, klikler, rantçılar ve bir kısım medya canhıraş bağırmaktadırlar. Bunların maskelerinin düşmesi, çirkin ve kara yüzlerinin ortaya çıkması karşısında vaveyla koparmaları doğaldır. Fakat ana muhalefetin, darbenin bu millet tarafından etkisiz hale getirmesini hazmedememesinin tam olarak bu halka anlatılması gerekmektedir.

Esas üzerinde durmak istediğim ise, birçok kesim tarafından milletin darbe karşısındaki zaferinin içinin boşaltılması hamleleridir. Darbede kendilerini feda eden 249 canın hakkını aramayı aklından dahi geçirmeyenlerin, darbe gecesi yaralanan binlerce insanımızı görmeyenlerin ve FETÖ yargısının haksız yere cezalandırdığı binlerce insanın mağduriyetini duymayanların 'adalet' adlı seremonilere girişmesi ise tam bir garabet örneğidir.

Ancak daha önemlisi, darbeyi bastıran milletin safında yer alan birilerinin bu işi hamaset zeminine çekip, esas yapılması gerekenlerin önünün kapatılmasıdır. Bunlardan kimisi saflığından bu işe alet olurken, kimisi de bu işi sulandırmakla görevlidir. Her ne olursa olsun, milletin bu başarısını, iç ve dıştan gelen bu saldırı karşısındaki dik durma azmini kaybetmemesi gerekmektedir. Bu azim bu milletin sahip olduğu imanıdır. Bu inançla bu şerri defetmiştir. Bundan sonraki şerleri de ancak sahip olduğu 'imani değerlerle' defedebilecektir.

İşte bunun farkında olan derin mihraklar, bu süreç içerisinde İslami camiaları ve duyarlı STK'ları karalama, ötekileştirme ve FETÖ ile aynı kefeye koyma ihanetinde bulunmaktadırlar. Bilinmektedir ki, bu camialar darbeyi durduran öncüler olmuştur. Daha ilk saatten, nöbetlerin bittiği son güne kadar alanları terk etmeyenler ve bu milletin geleceğine canı pahasına sahip çıkanlar bunlar olmuştur. Onları bu azimle meydanlarda tutan ruh, imanlarından aldıkları ruhtur. Bu ruh 15 Temmuz'da net olarak kendini ispatlamıştır.

Maalesef bu direniş ruhunun içi boşaltılmaya devam ediliyor. Bu ruhun hedefe konulmasının nedeni ise gelecekte yapılacak yeni kalkışmalara karşı koymayacak şekilde etkisiz kılınmak istenmesidir. Bu tür hamleler darbeci FETÖ'yü sevindirdiği gibi, belki yeni hamleler için de ümitlendirmektedir. Bu halkın mayası İslam'dır. Bu maya onlara; ihanete, zulme ve küfür dünyasına karşı durma bilincini vermiştir. Bu bilince yönelik olumsuz söylemler, bu anlayışa yönelik itham ve ötekileştirme adımları sadece darbecileri sevindirir.

Bu darbeyle ortaya çıkan zulme karşı direniş ve geleceğini kimseye kaptırmama azim ve kararlılığını önemsemeliyiz. Çok değerli bir cevher olarak yanımıza almalıyız. Bu süreç içerisinde bize yönelen saldırı oklarını görebilmeli ve mümin ferasetiyle bu okları atan karanlık eli tanımalıyız. Küfrün saldırılarının ve ihanet şebekesinin ihanetinin aynı karanlık mihrak tarafından yönlendirildiğinin farkında olmamız gerekir.