Bir eğitim ve öğretim döneminin daha sonuna geldik. Milyonlarca öğrenci ve yüz binlerce öğretmen 15 günlük dinlenmeye çekilecekler. Bu kadar dinamik bir nüfus başka bir ülkede var mı? Bilmiyorum. Ama bu kadar dinamik bir kitlenin, bu kadar 'boş' yetiştiği başka bir ülkenin olmadığı kanaatindeyim.

15 milyon gibi bir kitlenin eğitim sürecinde olduğu bir ülkeden bahsediyoruz. Bu oldukça büyük bir rakamdır. Birçok Avrupa ülkesinin nüfusundan daha fazladır. Bu kadar büyük ve dinamik bir kitlenin eğitiminin de kolay olmadığını ve beraberinde haddinden fazla sorun barındırabileceğini söylemek garip değildir. Ancak garip olan 'eğitim sisteminin' hala oturtulmamış olmasıdır.

Malum yeni bir müfredat çalışması başladı. Bu çalışmayla aslında yıllardır, sıkıntılı bir müfredatla eğitim ve öğretime devam ettiğimiz de anlaşılıyor. Neredeyse her değişen Milli Eğitim Bakanı'yla sistemin bir şekilde revizyona uğradığını görmekteyiz. Her değişiklik bize kesin bir çözüm getireceği yerde, yeni sorunlar oluşturmakta ve farklı tartışmaları beraberinde getirmektedir.

Türkiye gibi Müslüman bir ülkede, maymundan türediğine inanan 'bir sapığın' evrim teorisi, eğitim sistemimizin en temel öğesi olarak iş görmeye devam etti. Yıllardır bu büyük kitleye, bu sapık düşünce bir hakikatmiş gibi dayatılmaya çalışıldı. Yine Müslüman bir ülkede, Müslüman çocuklarının Allah'ın emri olan başlarını örtmesi, eğitim sisteminin en büyük sorunu haline getirildi. İnsanımız bilinçli bir şekilde akla hayale sığmaz bir insafsızlıkla meşgul edilmeye devam edildi.

Eğitim ve öğretim gibi asli bir meseleye odaklanması gereken 'eğitim sistemimiz', başörtüsü takan öğrenci avına kilitlendi. Eğitim bürokrasisi okullarda eğitim kalitesinden ziyade, merdiven altında öğrencilerin namaz kılıp kılmadığının soruşturmalarıyla enerjisini harcadı. Böylece birileri yıllarca bizi uğraştırarak, asli hedefi ıskalamamızı sağladı. Çocuklarımızın daha kaliteli bir eğitim almaları yerine, giyim kuşamlarıyla uğraşarak 'tamamen boş' yetişmeleri için çırpınıp durduk.

Gelinen nokta da, Cumhuriyet ile beraber her şeyimizi batıya endeksledik ve onlara bağımlı hale geldik. Kültürel yozlaşmayla beraber ekonomik darboğazlarla karşılaştık ve cumhuriyetin ilk yıllarındaki çözümsüzlük ortamında, yıllarca halkın ekmeği 'karneye' bağlandı. Şimdi de yıllardır dayatılan anlamsız bir takım uygulamalar yüzünden, eğitim alanında asıl amacımızdan uzaklaşarak, çocuklarımızın başarısını karnelerde aramaya çalıştık. Oysa ortada bir başarı yoktur. Sadece karneye bağlanan bir eğitim sistemimiz vardır.

Dünyadaki eğitim başarı sıralamamıza baktığımızda, aslında yıllardır boşa kürek sallayıp durduğumuz ortaya çıkmaktadır. Son OECD'nin PİSA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) sonuçlarına göre, matematik, fen ve okuma çalışmaları açısından Türkiye 70 ülke arasında 50. sırada yer almaktadır. Bu veri bile yıllardır, asli sorunumuz olan eğitimin kalitesini yükseltmek yerine, birilerinin ideolojik saplantılarıyla ve evrim teorisi hezeyanlarıyla çocuklarımızın temiz dimağlarını kirletip durmuşuz.

Yeni müfredat, milletimizin hassasiyetleri, özlemleri ve dini değerleri göz önünde bulundurularak hazırlanmalıdır. Çocuklarımızın eğitim ve öğretimi birilerinin sapıkça hezeyanlarına feda edilmemelidir. Öğretimde kalite ve başarı çıtamızı yükseltecek her adımı ivedilikle atmalıyız. Eğitim de ise ahlak ve inanç en belirleyici kıstasımız olmalıdır. Eğitim sistemimizin 'milli' olduğu kadar 'manevi' bir veçhesi de olmalıdır.

Başkalarının dayattığı anlamsız değerlerle değil, kendi öz değerlerimizle eğitim sistemimizi aslına uygun, yeni müfredatla inşa etmeliyiz. Tabi bu sistemin asli uygulayıcıları olan öğretmenlerin de bu süreçte kendi öz değerlerimize sahip çıkan bir anlayışa bürünmeleri gerekmektedir. Hatta öğretmen yetiştirme programının da eğitim sistemi içerisinde yeniden değerlendirilmesi ve ciddi bir eleştiriye tabi tutulması ve milletin özlemleri doğrultusunda yeniden oluşturulması gerekmektedir.

Bu vesileyle bu eğitim ve öğretim döneminin tüm öğretmen ve öğrencilerimize hayırlı olmasını diliyorum.