Türkiye büyük bir kıskacın içine alınmış durumda. Kıskacın çemberi gün geçtikçe daralıyor. İçeriden birileri olabildiğince taşeronluğunu yaparken, dışarıdan birileri de, içerde oluşturulmak istenen kaosa paralel saldırılar gerçekleştiriyor.

Yıllardır PKK ve FETÖ örgütlerinin işbirliğinde ülkede yıkım çalışmaları sürdürüldü. Birisi doğu illerini viraneye çevirirken, diğeri devlet bürokrasisini tarumar etme gayretine girişti. Birbirine zıt gibi görünen bu dış bağlantılı örgütler, aslında aynı karanlık dünyanın yol arkadaşıydılar.

15 Temmuz darbesi ve öncesinde yol arkadaşlıkları aleni bir şekilde görüldü. Daha önce böyle bir işbirliğinden bahsedildiğinde, birçok insan bunu komplo teorisi olarak değerlendirdi. Bunun imkânsızlığı dile getirildi. Birisi komünist bir ideoloji ile diğeri güya İslami bir söylemle hareket ediyordu. Ama ikisinin ortak hedefi milletin huzuruna ve ülkenin geleceğine kastetmeleridir. Bu emirleri de, kâhya olarak yanlarında çalıştıkları Batılı efendilerinden alıyorlardı.

Bu ikiz örgüt -söylemleri ve renkleri bizi yanıltmasın- içeride beraberce birçok ihanet saldırılarını gerçekleştirirken, yapmış oldukları yıkım ve tahribatları yetersiz görülmüş olacak, dış saldırılar için teyakkuzda bekleyen güçler sistematik olarak saldırıya geçmeye başladılar. Bu saldırıların çoğu 'şimdilik' siyasi ve diplomatik olarak karşımıza çıkmaktadır. İlerleyen zamanlarda daha farklı saldırılar şeklinde karşımıza çıkacağını söylemek için müneccim olmaya gerek yoktur.

Batılıların on yıllardır bu ülkeye ve insanımıza biçtikleri yol 'bize hizmet ettiğiniz sürece varsınız' şeklindeydi. Bu anlayışla ülkemize yönelik kararlar alır, bu kararların itirazsız uygulanması için kendilerine uygun kâhyalar seçerlerdi. Bu şekilde bir düzen kurmuşlardı. Bu düzenin işleyişinin bozulmaması için her türlü tedbiri geliştirmişlerdi. Ama artık millet bu numaraları yutmuyor. Yeni bir yol haritasını belirlemek istiyor. Bu yol haritasıyla yeni adımlar atma gayretine giriştikçe, bir düğmeye basılmış gibi bütün şer güçler savaş tamtamlarını çalmaya başlıyorlar.

İçerideki taşeronlar bir taraftan bombalı saldırılarla huzuru yok etmeye çalışırken, diğer taraftan insanımıza hayatı dar ederek onları geleceğe umutsuz bakma karamsarlığına sürüklüyorlar. Bununla bağlantılı olarak Suriye ve Irak üzerinden ateş çemberi daha da daraltılmaya çalışılmaktadır. Şehirlerin yıkımı, mülteciler ve yaşanan insanlık dramı karşısında, Türkiye, gelen mültecilere kucak açarak büyük bir yükün altına girdi. 'Tam da her türlü yardımı hak etti' diyeceğimiz bir durumda, adeta cezalandırılarak Suriye savaşına dâhil edilmek isteniyor.

Avrupa Parlamentosu ise Türkiye'nin Avrupa birliği üyelik sürecinin durdurulması yönünde karar aldı. İşte bu emperyalist Batı, daha önce el altında destekledikleri yerli taşeronlarıyla saldırılarını gerçekleştiriyorlardı. Artık aldıkları siyasi kararlarla bu işin taşeronlara bırakılmayacak derecede önem arz ettiğini ortaya koydular. Aslında yüzyıldır uyguladıkları politikalarında bir değişiklik yok. Hep aynı politikalar uygulanageliyordu. Ama millet uyanıp bu ihanet politikalarına dur demeye başlayınca, bu şer şebekeleri, “nasıl emrettiğimizi yerine getirmezsiniz?” diye adeta burunlarından solumaya başladılar.

Böylece içeride gerçekleştirilen saldırılar, patlatılan bombalar, yıkılan şehirler ve oluşturulmak istenen kaotik süreç, aslında dış saldırılara zemin hazırlamanın bir basamağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Birbirini tamamlayan bu saldırıların daha uzun süre devam edeceği görülmektedir. Bunun çaresi yok mudur? Elbette asli gayemize döndüğümüzde, yani İslam kardeşliğini esas alan bir bilinç etrafında yeniden kenetlenip ayağa kalktığımızda, bütün şer güçlerin oyunları bozulup bertaraf olacaktır.