Tepkisizlik en ölümcül hastalığımız haline gelmeye başladı. Kıblemiz üzerinden 2 milyarlık İslam âlemine hakaret edildi, ama çok cılız bir iki münferit sesten başka bir itiraz da gelmedi. Âlimlerimiz, kanaat önderlerimiz, STK’larımız ve bütün Müslüman halklar, tek ses şeklinde Suudi yönetiminin kıblemize yönelik sergilediği bu alçaklığa karşı çok net tavır ortaya koymaları gerekirken; bu alçakça hakaretin sessizce geçiştirilmesi, insanı dehşete düşürüyor.

Malum geçenlerde, Suudi’de bir karnavalda, Kâbe ışık görseli üzerinde dansözler oynatılmış ve bu karnavalda açık alanda, üryan kadınlar sözde müzik eşliğinde dans gösterisi yapmışlardı. Yapmış oldukları ahlaksızlık ve kâfirlere benzeme zilleti onları daha fazla zelil etsin. Ancak kıblemiz olan Beytullah’ın ışık gösterisiyle dansözlere mekân olarak sunulma alçaklığı, bütün İslam âlemine açık bir hakarettir. Bu hakaretin asla kabul edilmemesi gerekirdi.

Fakat yüzyıldan fazladır, İslam âlemine yönelik öyle büyük bir tepkisizlik operasyonu sürdürülmektedir ki, artık en kutsal değerlerimizden olan kıblemize bile, sözüm ona Müslüman bir ülkede açıkça hakaret edilmekte ve en ufak bir tepki ortaya konulmamaktadır. Bu tepkisiz kalma zilletinin bir günde oluşmadığını, bilakis uzun bir süredir operasyonel bir akıl ile sistematik bir şekilde uygulanageldiğini görmemiz gerekir.

1969 yılında, siyonist katil Yahudilerin Mescid-i Aksa’yı kasıtlı bir şekilde yaktıklarında, dönemin siyonist baş katili Golda Meir: “Bu yangın sebebiyle sabaha kadar korkudan uyuyamadık, Müslümanların sel gibi üzerimize akacaklarını düşünmüştük. Ancak sabah olduğunda korkulan olmadı. İşte o zaman anladım ki biz istediğimiz her şeyi yapabiliriz.” diye Müslümanların tepkisizliğini, gayretsizliğini ve hazin bir şekilde parçalanmışlıklarını bize gösteriyordu.

1940’lardan itibaren bir avuç siyonist katilin, batının desteğiyle Filistin’de gerçekleştirmeye başladığı katliamları görmezden gelerek gaflet uykusunu tercih ettiler. Hatta ihanet derecesinde Filistinlilere sırtını dönen imkân ve silah sahibi diğer Müslümanların, ortaya koydukları bencillik, nemelazımcılık ve batıdan korkma zilleti onları tamamen tepkisiz birer etkisiz eleman haline getirdi. Süreç içerisinde, bu tepkisizlik artık korkakça bir hayat tarzına dönüştü.

O günden bu yana, kafir batı dünyası siyonist katilleri kayıtsız şartsız destekleyip büyütürken, imkân sahibi Müslümanlar ise kardeşlerini haince terk etme zilletini tercih ettiler. Her gün öldürülen Müslümanlar, toprağı ellerinden alınanlar, sürgün edilenler, aç ve susuz bir şekilde ölüme terk edilenlere karşı tepkisiz kalınması çıkar yol olarak görüldü. Aleni bir şekilde Mescid-i Aksa’yı işgal edenler, necis çizmeleriyle bu ilk kıblemizi kirletenlere karşı sadece içimizden lanet okuyarak görevimizi layıkıyla yaptığımızı düşündük. Veya böyle bize yutturuldu.

Bu tepkisizlik hastalığımız, sonunda öyle aşağılık bir duruma ulaştı ki; Gazze yakılıp yıkıldı, 43 binden fazla insan şehit edildi, çocuklar ve bebekler gözlerimizin önünde açlıktan öldü, sahip olduğumuz büyük imkânlara rağmen onlara su ve ilaç dahi götürecek gayreti ortaya koyamadık. Tepkisizliğimiz basiretsizliğe, yardımseverliğimiz korkaklığa, merhametimiz acımasızlığa ve gayretsizliğe dönüşerek hep gökten ebabillerin katil siyonistleri ve işbirlikçilerini yok etmesini bekledik.

Tepkisizliğimiz bizi öylesine acınası bir duruma savurdu ki; şimdi de ona yönelerek namaz kıldığımız Kâbe’ye bile hakaretler ediliyor, biz uyuşmuş, şuurunu kaybetmiş, zihni ve bütün hayalleri işgal edilmiş bir zavallılıkta Müslümanca bir hayat sürdürdüğümüzü düşünüyoruz.