Toplumsal savrulma artık toplumsal çöküşe doğru hızla yol alıyor. Bu toplumsal çöküş öyle hızlı bir şekilde gerçekleşiyor ki, her yaş grubundaki insanlar adeta bu çöküşün bir an evvel tamamlanması için birbirleriyle yarışmaktadırlar. Özellikle hayâsızlık, büyük bir yıkım yapa yapa her tarafı kasırga vurmuş gibi yıkıp viran haline getirmektedir.
İnanç değerlerini terk etmek ve ibadetlere lakayt kalmak, inançsızlığa ve nefsin esiri olmaya savurur. İnançsızlık ve nefsin esiri olmak ise hayâsızlığa ve kural tanımazlığa götürür. Hayâsızlık ise şahsiyetsizlik, onursuzluk ve kendini teşhir etme zilletine düşürür. Zilleti tercih etmiş birisinin de; yaşantı olarak hayvandan bir farkı kalmaz. Zira yeme, içme, uyuma vb. durumlarda insanlar ile hayvanlar ortak bir benzerliğe sahiptirler. Ama düşünmek, hayâ etmek, şahsiyet sahibi olmak ve iman etmek ise sadece izzet sahibi insanlara has bir özelliktir.
Bu izzet vasfının bir gereği olarak; hayâlı olmak, insana bir şahsiyet kazandırır. Bu paha biçilmez kimlik; giyiminden kuşamına kadar, yemesinden içmesine kadar, eğlenmesinden günlük koşuşturmalarına kadar hemen her alanda bariz bir şekilde kendi gösterir. En çok da bayanların, inançlarının bir gereği olarak bu hayâ anlayışını bir yaşam biçimi olarak ortaya koymaları ve yaz-kış demeden bu hayâ anlayışını ödünsüz bir şekilde sürdürmeleri; bu karanlık asrın en onurlu eylemi olarak kendini göstermektedir.
Ancak hayâsızlık; bir akım olarak, bu topluma hemen her yerden dayatılmaktadır. Özellikle moda adı altında 'çıplaklığı' özendirmek ve her tarafa yaymak amacıyla, insanın fıtratına ters bir şekilde giyim tarzları dayatılmaktadır. Hayâsızlığın ilk adımı olan açık saçıklık, çıplaklığa doğru çok hızlı bir şeklide evirilmektedir. Kıyafet mağazalarında, adeta çıplak giyinmenin dışında seçeneğin bırakılmamış olması bu savrulmayı çok daha büyük bir çirkefliğe doğru sürüklemektedir.
Hele vücudunu teşhir etmek gibi bir akımın; hastalık düzeyinde yaygın hale gelmesi ahlaksızlıkla beraber şahsiyetsizliğin ön plana çıkarılıyor olması işin ne kadar da zıvanadan çıktığını göstermektedir. Göbeğine varıncaya kadar her tarafını açma zilletine girişenler ve bu çirkefliğe sessiz kalarak bilinçsizce ve zımnen kabullenenler ise kokuşmuşluğun ve şahsiyetsizliğin sembolü haline gelmiş durumdadırlar. Hele bu hayâsızlık akımının pervasızca ve şirretçe toplumda yol almaya devam etmesi ve bu kötülüğün normal görülmeye başlanması, şahsiyetsizliğin topluma dayatılmasıyla büyük çöküşün gerçekleşmekte olduğunu da göstermektedir.
Dizilerin, sosyal medya platformlarının, medyanın, çarşı ve pazarın; bu 'hayâsızlık akımına' sonsuz ve sorunsuz destek vermesi karşı karşıya kaldığımız sorunun büyüklüğünü ortaya koymaktadır. İçten ve dıştan bu hayâsızlık akımının saldırılarının sistematik bir şekilde sürdürülmesi ne kadar korkunç ise dindar halkın bu şirretliğe ses çıkarmadan ölüm sessizliğine bürünmesi de o derece hazindir.
Bu hayâsız akımın, gaddarca bu toplumu soyup soğana çevirdiğini ve şahsiyetsizleştirerek büyük bir çöküşe götürdüğünü ehli iman olan herkes net olarak görmektedir. Buna karşılık hayâlı, imanlı, bilinçli ve izzetli insanlar da örtüleriyle, giyim ve kuşamlarıyla bir 'şahsiyet abidesi' olarak bu rezil akıma karşı durmaya devam etmektedirler.