Son zamanlarda, miadı çoktan dolmuş kimi şarlatanların, kutsallarımıza yönelik hakaret ve saldırganlıkları, bir kez daha göstermektedir ki; zihnen işgale uğramış zavallı ahmakların gündeme gelmek için başvurdukları çaresiz çırpınışların bir neticesidir. Kendi toplumunun değer yargılarını bilmeyecek kadar cahil ve bu değerlere saldıracak kadar beyin yoksunu olan bu yaratıkların ahir ömürlerindeki bu taşkınlıkları, aslında içine yuvarlandıkları çaresizlik girdabının bir yansımasıdır.

Zihni işgale uğramış ve bu işgalin dahi farkında olamayan bu beyinsiz taifenin, yıllardır içinde yaşadıkları toplumun bütün değerlerine hakaret ve düşmanlık yapmak gibi bir bedbahtlığın içerisinde bulunmaktadırlar. Beslendikleri kaynak; batının kokuşmuş nefsi azgınlıkları, insani hiçbir değer taşımayan aşırı tüketim çılgınlığı ve maddeden başka hiçbir değer yargısı taşımayan hayvani bir yaşantıdır.

Müslüman bir toplumda; bir putperest gibi inanmak, giyim kuşamında ahlaki hiçbir endişe taşımamak, yemesinde içmesinde helal ve haramı gözetmemek, düşünce ve sözlerinde tam bir kokuşmuşluk içerisinde bulunmak; ancak zihin dünyasının tamamını başkalarına peşkeş çekmek ile anlatılabilir. Zihni bütün melekelerini kaybetmiş, sosyolojik olarak Müslüman ama inanç ve yaşantı olarak zavallı bir putperest olarak yoluna devam eden bu 'versiyonlara' acımaktan başka bir şey elimizden gelmiyor.

Zira zihinsel çürümüşlüğünü kabul etmeyen, çokbilmiş taklitlerini yapan ve düşünsel olarak dört elle sarılmış olduğu batıl/batı değerleri; ona zevk, haram, azgınlık ve tüketim çılgınlığından başka bir şey emretmiyor. Böyle bir anlayışta ise; mana yok, erdem bulunmaz, insanlık ve değer yargıları asla yer almaz. O gün içinde bulunduğu sarhoşluk hali, onu nereye savurursa; idraksiz bir şekilde ruh halini dile getirir, amaçsız ve akılsız bir şekilde 'anlamsızlığını' bir yerlere oturtmaya çalışır.

Zihinsel işgale zemin olan 'bu türlerin'; siyasette, basın yayın ve sözüm ona sanat çevrelerinde ciddi bir paydaş güruhunun bulunduğunu toplumsal olarak üzülerek müşahede etmekteyiz. Dar bir çevre, ama azgın bir azınlık olan 'bu varyantın' etkileme katsayısının çok büyük olduğunu ibretle görüyoruz. Kanunların, bürokrasinin ve idare makamında olanların, bu azgınlık karşısında ölüm sessizliğine dalması; bu azgınların her hakaret ve saldırıdan sonra daha alçakça bir saldırı yapma cesaretini vermektedir.

Netice itibariyle bunun bir hak-batıl mücadelesi olduğunu görmemiz gerekiyor. Batıla hizmet noktasında zihni iğfale uğramış olan içimizdeki bu zavallıların, ilk saldırı ve ihanetleri olmadığı gibi son saldırıları da olmayacaktır. Zaman değişse de, figürler farklılaşsa da, saldırı imkân ve araçları çeşitlense de; İslam'ın inanç ve değerlerine saldırma amaçları asla değişmeyecektir.

Müslüman bir toplum olarak bize düşen ise; bütün bu azgınlıklara karşı inanç değerlerimizi daha iyi bilmek, bu değerlere daha bilinçli bir şekilde sahip çıkmaktır. Bu değerleri hayatımızda en güzel şekilde yaşamak ise toplumsal hedefimiz haline gelmelidir. Atalarımızın "İt ürür, kervan yürür" şeklindeki yol göstericiliğini ihmal etmeden, inancımıza ve kutsal değerlerimize daha sıkı bir şekilde sarılmalıyız.