Televizyonlardaki dizilerin tahribatı tüm hızıyla devam
ediyor. Adeta bu toplumun tüm değerlerinin yok edilmesi üzerine elbirliğiyle bir savaşım sürdürülmektedir. Bu savaşta, hiçbir kural tanınmıyor ve bu toplumun manevi çöküşünün bir an evvel gerçekleşmesi için bütün ahlakdışı yollar deneniyor.

İşte televizyon dizilerinin arka planını, gerçek niyetlerini ve nihai olarak hedeflediklerini net olarak görmemiz gerekiyor. Çekilen dizilerde, özellikle aile kurumunun hedef alındığını, gayrı meşru ilişkinin normalleştirildiğini ve bu paralelde içki ve zinanın hayatın ana çerçevesini oluşturduğunu göstermeye çalışmaktadırlar. Ahlaksızlığın, kural tanımazlığın ve dinsizliğin senaryolaştırılarak dizilere dönüştürülmesinin; birkaç ahmağın fevri davranışı olmadığını bilmemiz gerekir. Bilakis planlı, projeli ve yüklü miktarda parasal destekli operasyonlar olduğunu net olarak görmeliyiz.

Bütün dizilerdeki ana tema istisnasız ahlaksızlıktır. Bu ahlaksızlığı besleyen ne kadar çirkinlik, toplumun örf ve adetlerine aykırı pislik, harama ve günaha götüren ne kadar seviyesizlik varsa normal bir tarzda topluma dayatılmaktadır. Normal hayatta, sokakta içki içen birisine toplumun tepkisi çok sert olur. Hele sokak ortasında bir zina sahnesi ise asla kabul
edilmez. Ama bu saydığımız pisliklerin tamamı, dizilerin akışı içerisinde gayet normal bir şekilde, ısrarla işlenmeye devam edilmektedir.

Yerli dizilerin tahribatı ve saldırıları yetmezmiş gibi Hint, G. Kore vb. yabancı dizilerin iğrençliği ise mide bulandırıcı cinstendir. Bu derece bir kültür emperyalizmine maruz kalan, örf ve adetleri ayaklar altına alınan ve kutsal değerlerine saldırıların rutin hale geldiği toplumumuzun hakkını, hukukunu savunacak ne bir kanun ne de bir kurum vardır. Mevcut kanun ve yönetmelikler, bu tahribatların zemin hazırlayıcısı ve kültürel yozlaşmamızın garantörü konumundadır.

Geçenlerde dünyaca ünlü İranlı yönetmen Mecid Mecidi, TRT2’ye
verdiği demecinde; “Türk kanallarındaki diziler, Türk halkına, kültürüne, geleneğine, tarihine büyük bir ihanettir. Bu dizilerin güçlü bir tarih ve geleneğe sahip Türk karakterini çökertmesinden endişe duyuyorum” demiş. Baktığımızda dizilerin dehşet tahribatını yabancı gözüyle daha anlaşılır bir şekilde görüyoruz.

Yine Japon antropolog Kaiyo Yasuo: “Türk milleti çok gariptir. Üç yıldır Türk kültürünü inceliyorum, bir şey çok korkunç, bir diğeri çok garip. Korkunç olan, batı bir ülkeyi savaşmadan yok ediyor, 3-5 dizi hariç hepsi din ve geleneklerine tamamen ters. Garip olan ise herkes bunu biliyor, yine de izlemeye devam ediyor. Anne-baba çocuğu ile izliyor. Hayret...” şeklinde karşı karşıya kaldığımız toplumsal savrulmamızı ve yok oluşumuzu acı bir şekilde dile getirmektedir.

Batılıların savaşmadan, ama dizi savaşlarıyla daha yıkıcı ve yakıcı bir şekilde bizi yok etmeye devam ettiklerini ibretle izliyoruz. Kültürel asimilasyon ve nihai yok oluş girdabına hızla yuvarlandığımız bu süreçte hakkı haykıranların görülmemesi, duyulmaması ve daha hazin olanı ‘bu hak çığlığının’ duymazlıktan gelinmesi ise bu uzun savaştaki mağlubiyetin ayak seslerinin geldiğini göstermektedir.

Bu yok oluş savaşını bize dayatanları görmeyenler, görüp de ses çıkaramayan idareciler, yasal zemin hazırlayanlar, bu yok oluşa muhatap lan Müslüman halk, sivil toplum
kuruluşları... Herkes... gemi çoktan su almaya başladı!!!