Son zamanlarda Ayasofya Camisi imamı üzerinden, âlimlere sistematik bir saldırı sürdürülmektedir. Şimdiye kadar sol-sosyalist ve ulusalcılar tarafından gerçekleştirilen bu arsız saldırıların, artık muhafazakâr ve Müslüman görünümlü bazı ucubeler tarafından gerçekleştiriliyor olması, kültürel yok oluşumuzun çoktan başladığını da bize göstermektedir.

Ayasofya Camisinin tekrar ibadete açılması, bütün bir milleti ziyadesiyle memnun etmiş ve özgürlüğümüzün yeniden teyidi anlamına gelmiştir. Bunu hazmedemeyen içeriden kimi karanlık mihraklar açık-gizli, kara propaganda yoluyla dışarıdaki efendilerini memnun edecek tezviratlara başladılar. Ancak başarılı olmadılar. Zira bu milletin özlemi olan Ayasofya Camisinin özgürlüğüne kavuşması, içerideki ve dışarıdaki İslam düşmanlarını büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştır.

Tam da bu sırada, Ayasofya Camisiyle ilgili kara propagandanın artık işe yaramayacağını anlamış olan karanlık odaklar; bu sefer Ayasofya Cami imamı üzerinden saldırıya geçtiler. Genelde bu tür saldırılar ulusal sol-sosyalist güruhlardan gelirken, bu sefer muhafazakar ve Müslüman görünümlü 'bazı aparatlardan' gelmesi, haddini bilmeyenlerin 'inisiyatif hırsızlığına' başladığına şahit olmaktayız.

Eskiler, 'her şeyi bilme ne gerek, haddini bil yeter' şeklinde hayata, olaylara ve geleceğe yönelik bakış açılarını ortaya koyarlarken, şimdiki kimi hadsizler ise düşmanlarımızın bize yıllardır dayattıkları 'mankurtlaştırmanın' acı bir örneği olarak; artık onların söylem ve saldırı konseptleriyle bize saldırmakta, kendilerini yeni görevlerinde ispat etme yarışına girmiş bulunmaktadırlar.

Önce gazeteci görünümlü bir aparat, bu saldırı girişiminde bulundu. Başarılı da oldu. Ancak gelen yoğun tepkiler üzerine geri adım attı. Ancak amaç hâsıl olmuştu. Laikliği bahane ederek, 'bir âlimin' hiçbir konuda söz söylememesi gerektiği noktasında algı operasyonuna girişti. Sadece 'namaz kıldırma' görevinin olduğunu, bunun dışında konuşma hakkının bulunmadığını, yaptığı alçakça saldırıyla ortaya koydu. Bir kere saldırı konsepti tutmuştu ve devam ettirilmesi gerekiyordu.

Daha sonra siyasetçi görünümlü başka bir aparat; Ayasofya Cami imamı üzerinden, âlimlere saldırıyı bir adım daha ileriye taşıyarak 'herkes kendi işini yapsın' şeklinde had bildirmeye kalkışması ise tam bir hadsizlik örneği olarak hafızalardaki yerini aldı. Bu ülkede herkesin, her kesimin, dalkavukların, yalancıların, ifrat ve tefrit temsilcilerinin dâhil açıkça her şeyi söyleyebildiği bir zeminde, konuşma yasağının sadece İslam âlimlerine uygulanmak istenmesi, işin dehşetini açıkça gözler önüne sermektedir.

Bundan anlaşılmaktadır ki, yalan söylemek, iftira atmak, fıtrata aykırı lanetli her türlü fikir ve yaşantıyı savunmak, içki, kumar ve fuhşu yayarak nesli yok etmek, sektörlere dönüştürerek rant haline getirmek serbest, ama İslam'ın hakikatini dile getirmek zinhar yasaktır. Bu hakikati dile getiren, tek tük âlimi de saldırı hedefi haline getirerek işlevsiz ve etkisiz halde, toplumun hayatından toptan çıkarmaktır.

İsteyerek veya istemeyerek İslam düşmanlarının kullanışlı bir aparatı haline gelmiş olan bu hadsizlerin, öncelikli olarak hadlerini bilmeleri gerekir. Başkasına nizamat vermezden önce, ne söylediklerini, nerede durduklarını ve söyledikleriyle kime/neye hizmet ettiklerini iyice düşünmeleri gerekmektedir. İslam âlimlerine saldırmanın kime ve neye daha çok yaradığını tekrar ve yeniden tefekkür ederek 'hadsizlikten' vazgeçmeleri daha doğru olacaktır.