Yaşanmakta olan bu salgın süreci bizi ciddi anlam­da etkilemeye devam ediyor. Gidişat alt üst olmuş durum­dadır. Ekonomik ve toplumsal anlamda ciddi bir darboğa­zın içinden geçiyoruz. Sağlık noktasındaki endişelerimiz her geçen gün artmaktadır. Bu darboğazın daha ne kadar süreceğini kestirmek mümkün değildir. Ama kimsenin nefis muhasebesi yapmak gibi bir çabası da görünmüyor.

Bu salgın sürecinde, gözle­rimizin önünden bir bir ayrı­lanlar, hastalığa yakalandıktan sonra şifa bulanların ibretlik hikâyeleri bile kılımızı kıpırdat­madı. Bu kısacık hayatımıza sığdırdığımız bunca dehşet olayların bir muhasebesini yapma gereğini bile duymadık. Sıra bize gelmeyecekmiş gibi inatlarımızda ve yanlışlarımız­da ısrar edip duruyoruz.

Aylardır taktığımız maskeler, hayatımızın bir parçası haline gelen kısıtlamalar, kaybettiğimiz işlerimiz ve artık ziyaret ede­mediğimiz yakın akraba, dost ve komşularımız, bunlar bile bizi düşünmeye sevk etmedi. Yapılamayan düğünler, bir araya gelinemeyen mevlitler ve ölüle­rimizin arkasında kuramadığımız taziyeler de aklımızı başımıza getiremedi.

Bu saydıklarımız, normal şart­larda her biri dehşet derecesinde bizi etkilemeliydi. Bir dostumu­zun düğününe gidemediğimizde büyük bir mahcubiyet duyarız. Bir komşumuzun mevlidine işti­rak edemediğimizde bir pişman­lık içerisine gireriz. Bir akraba ya da bir köylümüzün taziyesine gidemediğimizde büyük bir eksiklik olarak görür ve vazife­mizi ciddi anlamda ihmal ettiği­mizi düşünürüz.

Ancak bu salgın sürecinde, bütün bunları ve belki de daha fazlasını yaşadık. Ama bunla­rın hiç birisinden ibret almadık. Tefekkür edip yaptığımız olum­suzluklardan pişmanlık duyma­dık. Haramlardan, isyanlardan vazgeçip tövbeye dört elle sarılmadık. Şu an yaşadıkları­mızın/karşılaştıklarımızın, yapıp ettiğimiz kötülüklerin bir karşı­lığı olabileceğini ise hiç aklımıza getirmedik. Ve hala bu gidişattan ders almamakta ısrar ediyoruz.

Zihni bulanıklıklarımız devam ettiği gibi ibadet alışkanlıklarımız gevşedikçe gevşemeye devam etmektedir. Camiyle ve ibadetle yollarımızı ayrıma gafletine giriş­tik. Mertliğimiz ve infak etme alışkanlıklarımız, hırs ve bencillik­lerimize yenik düştü. Tevhidi ve hakkı haykıranların yanında değil de, her türlü melaneti meşru gören zevkperest ve maddeci çıkarcıların arkasında durmak gibi bir bedbahtlığa giriştik.

Yolsuzluk, hukuksuzluk ve adam kayırma en ücra köylere vardığı halde sesimizi çıkarma­dık. Yoksulluk, açlık ve perişanlık toplumumuzun bir gerçeği haline geldi. Çöplerde ekmek arayan insanların görüntüleri, bu kış soğuklarında sıcak bir yuvaya hasret kalan kimsesiz ve çaresiz insanların sessiz çığlıkları da bizi kendimize getiremedi.

Netice-i kelam, gerçeği gör­mekten kaçınan gözlerin, bu dehşet olaylar karşısında hare­kete geçmeyen kör vicdanların, bu insanlık krizleri karşısında kımıldamayan kaskatı duygula­rın ve hakikati idrak etmekten uzaklaşmış olan taş kalplerin müthiş imtihanlarına tanıklık etmekteyiz.

Ama iman varsa, imkân da her zaman vardır. Umutsuz değiliz. Ama ders almakta gecikiyoruz.