Rahmet ayını hayırlısıyla yarıladık. Bu ramazanı, camilerde teravihsiz geçirmek gibi acı bir gerçeği/hüznü yaşıyoruz. Evlerimizde, ailelerimizle bu güzel sünneti icra ederek, bu manevi atmosferi yaşamaya çalışıyoruz. Yine evlerimizde Kur'an mukabeleleriyle, camilerde yapamadığımız toplu Kur'an okuma geleneğini ailecek gerçekleştirmenin faziletini umuyoruz.

Malum salgın ile beraber zorunlu olmadıkça evden çıkmamamız gerekmektedir. Dolayısıyla bu olup bitenlerin, bizi ciddi bir şekilde düşünmeye sevk etmesi gerekiyor. Bu musibet büyüklüğü ve dehşet derecesinde bizi etkisi altına almış olmasından dolayı, büyük bir tefekküre girmemizi gerektiriyor. Ama hala ders almayacak kadar lakayt davranan insanları gördükçe endişelenmemek mümkün değildir.

Hele nefis tezkiyesinin çok önemli olduğu bu rahmet ayında, sadece midemizle aç kalarak oruç tutmak değil; aynı zamanda gözlerimizle haramdan sakınarak, kulaklarımızla hakikati dinleyerek ve şeytani sesleri ayağımızın altına almamız gerekmiyor mu? Duygularımızla bu manevi ayı tam yaşayarak, tüm aza ve idrakimizle her bir ibadetimizi eksiksiz yerine getirmemiz icap etmez mi? Acziyetimizi bilerek dua ve yakarışlarımızla Allah'tan yardım talep etmemiz, vizyonumuzla ümmetin vahdetini büyük bir bilinçle gerçekleştirmeye yönelik azim ve kararlılığımızı daha ne zaman gerçekleştireceğiz?

Ramazanın son on gününde yerine getirilmesi gereken itikâf sünneti vardır. Bu sünnet ile on gün boyunca gündüz ve gece, sadece ibadet ederek, Kur'an okuyarak, dua ve niyazda bulunarak ve en önemlisi tefekkür ederek geçirmek gibi muazzam bir süreç söz konusudur. Şu an yaşamakta olduğumuz salgın süreci, ümmetin içerisinde bulunduğu yangın ve insanlığın büyük bir tükenişle batıl girdabında debelenmesinin karşısında yapmamız gerekenler, terk etmemiz elzem olanlar ve veballerimiz noktasında, bizi büyük bir değişim ve dönüşüme sevk etmesi gerekmiyor mu?

Ramazan ayının bu manevi atmosferi, nefis muhasebesini en üst seviyede yapmamızı icap ettiren oruç ve evlerimizden çıkmamızdan korkar hale geldiğimiz bu salgın süreci; eğer hala ders alarak kesin bir dönüş ile tövbe etmiyorsak, ibret alarak bir abid gibi ibadet edemiyorsak rahmet ayını anlamamışız demektir. Azimli bir itfaiye eri gibi sürmekte olan bu toplumsal yangını söndürmek için, tebliğimizle ve yardımseverliğimizle bu işin üstüne üstüne gidemiyorsak 'Orucun hakkını' veremiyoruz demektir.

Düşünmek insanoğluna has bir melekedir. Akıl edip ders almak ise mümin insanın şe’nidir. Tefekkürü emreden yüce Allah; İslami bir hayatı bütün insanlığa farz kılmıştır. Bunun için Kur'an'ı indirmiş ve Peygamber Efendimizi bunu tebliğ etmekle görevlendirmiştir. İşte akıl edip bu tebliğe cevap verenler mümin olmanın kutlu kervanına katılmışlardır. Akıl edemeyecek kadar bedbaht olanlar ise batılın girdabında amansız bir yok oluşla çırpınıp durmaktadırlar.

Tefekkür edenler için Oruç; kurtuluş için büyük bir işaret levhasıdır. Okunan her bir ezan, gaflet uykusundan uyanmak için nebevi bir çağrıdır. Kararan her gece ölümü hatırlamak, doğan her güneş mümince bir duruş sergilemenin fırsatıdır. Soğuk kış mevsimi kıyametin habercisi, ilkbahar ile yeşeren bütün bir yeryüzü yeniden dirilişimizin kanıtıdır.

Akıl etmeyen bedbahtlar ve umum günahkârlar için ise bu salgının dehşet ve yankısı, büyük uçuruma varmadan önceki son işaret levhasıdır. İnançsızlıkta direnenler ve gafletin karanlık perdeleri altında debeleneler için 'son sirenlerdir'. Akıl etmek ise insani büyük bir eylem ve iftihar edilecek büyük bir şereftir.