Bütün öğretmenlerimizin, 24 Kasım Öğretmenler Gününü tebrik ediyorum. Hepsine sıhhat, afiyet ve ahirete göç etmiş olanlara da Allah'tan rahmet diliyorum. Öğretmenlerimizin birçok sorunu olduğu ve acil çözüm beklediği ortadadır. Maddi sıkıntılarından tutunda, her gün bir öğretmene saldırı olayına kadar, sayısız sorunun içerisinde çalışmak zorunda oldukları bir zaman diliminde öğretmenler gününü kutluyoruz.

Ancak en büyük sorun; öğretmene, öğretmenlik mesleğine ve dolayısıyla eğitime karşı oluşturulmuş olan itibarsızlaştırma durumudur. Öğretmene gereken değerin verilmediği bir süreçte, eğitim kalitesinden bahsetmek mümkün değildir. Öğretmenlik mesleğinin, diğer bütün meslek dallarından daha fazla özendirilmediği ve değer verilmediği sürece, bu ülkenin ilerlemesi ve istenen düzeye ulaşması sadece hayalde kalacaktır.

Öğretmenlerin saldırıya uğradığı bir dönemde/ülkede eğitim kalitesinden ve eğitimin hayatımızda ne kadar da önemli bir yer tuttuğunda bahsetmek; aslında eğitime bakışımızı da ortaya koymaktadır. Bu sorun büyük bir bariyer olarak eğitim sistemimizin önünde durmaktadır. Bu yaklaşım tarzı, ülkeler içerisinde eğitim seviyesi sıralamasında, hangi durumda olduğumuzun acı tablosunu da gözler önüne sermektedir.

Madalyonun diğer tarafındaki esas sorun ise; eğitim sisteminin yetiştirdiği insan/öğretmen modelinin toplumumuzun hassasiyetlerine tamamen ters bir şekilde olması meselesidir. Müslüman bir toplumun değerlerine tamamen aykırı, seküler/dindışı bir anlayışla oluşturulan programlarla yetiştirilen öğretmenlerin ruhsuz, amaçsız ve vizyonsuz yetiştirilmesi sorunudur.

Bir beden, ruhsuz yaşayamadığı gibi; toplumlar da değer yargıları/inançları olmaksızın ayakta kalamazlar. Bedendeki ruh, insana hayat verir, canlılık verir ve belli bir süre içerisinde diri kalmasına vesile olur. Ruhsuz bir beden, ölü bir bedendir. Toplumların inançtan arındırılıp seküler bir mecraya zorlanması da, aslında iddiasız ve amaçsız bir geleceğe mahkûm etmek demektir. İnançtan beslenmeyen toplumlar, ruhsuz/ölü bedenler gibi kısa süre içerisinde yok olmaya başlarlar.

İnancın asli değer olmadığı toplumlar, ruhsuz toplumlardır. Ruhsuz bir toplum ise inancını kaybetmiş bir birey gibidir. Sonbahar yaprakları gibi, rüzgârın estiği tarafa savrulmaktan kurtulamazlar. İnanç değerlerinin yok olduğu/edildiği toplumlar da, birilerinin dayatmalarına mahkûm olurlar, peşinden sürüklendikleri daha güçlü toplumların/devletlerin uydusu, kimliklerini/kişiliklerini kaybetmiş bir vaziyette onların direktiflerini yerine getirme mecburiyetindeki 'emir eri' haline gelirler.

İşte eğitim sistemimizin yetiştirdiği birey/öğretmen modeli, çok ibretlik fiiller yansıtmaktadır ki, bu iletişim çağında, öğrencileri 'resimlere secde ettirecek' bir hazin tabloyu ortaya koymaktadır. Bu eğitim sisteminin yetiştirdiği öğretmen; o kadar basiretsiz, o kadar vizyonsuz ve amaçsız bir vaziyettedir ki; Müslüman bir toplumda, Müslüman çocuklarını resimlere secde ettirecek kadar ruhsuzdurlar, bu fiillerin ne anlama geldiğini bilemeyecek kadar şuursuzdurlar ve bu eylemi niçin yaptıklarını bilmeyecek kadar amaçsızdırlar.

Bu eğitim sistemini, bu ruhsuzluktan kurtarmak lazımdır. Öğretmenleri şuursuz, vizyonsuz ve amaçsız yetiştiren bu eğitim sistemini, toplumun hassasiyet ve özlemleri doğrultusunda yeniden inşa etmek gerekmektedir. Toplumun inanç değerlerinin, esas olduğu bir eğitim sistemi yeniden kurulmalıdır ki; çocukları, Allah'tan başka secde ettirecek akıl ve fıtrat dışı basitliklerden/hezeyanlardan muhafaza etmiş olalım.