28 Şubat zihniyeti, tarihin karanlık çöplüğüne atılmıştı, diye düşünürken; Danıştay'ın bir savcısı tarafından bu çöplükten çıkarılıp, yeniden Türkiye'ye karanlık bir pencere açma hevesinin olduğunu tekrar müşahede ettik.

Görünen o ki, son dönemlerde dindar insanlara yönelik el altında uygulamaya konulmaya çalışılan karalama ve saldırılar, önümüzdeki günlerde bu karanlık zihniyet tarafından Türkiye'nin başına yeniden belalar sarmaya başlayacaktır.

Danıştay'ın bir savcısı, askeri personelin başörtüsü ile görev yapmaması gerektiğine dair, 28 Şubat karanlık sürecinde uygulanan başörtüsü zulmü gibi, bir kararın geri getirilmesi için bir uğraşın içerisine girmiş. 28 Şubat darbecilerini cezalandıramayan bir hukuk sisteminde savcılık yapan bu zat, bu karanlık süreçte yarım bırakılmış kimi zulümleri tamamlamakla kendini görevli saymış.

28 Şubat ve 15 Temmuz ihanet darbeleri Türkiye'ye ve insanımıza çok şey kaybettirdi. Toplumu ve geleceğimizi alt üst eden bu ihanet girişimleri; dışarıdaki karanlık mihrakları sevindirirken içerideki taşeronları da ciddi bir şekilde cesaretlendirmişti. Ancak halkın bilinçli bir şekilde bu ihanet girişimlerine karşı durması, onların kirli plan ve ihanet saldırılarını akim bırakmıştı.

Halkın inanç ve hassasiyetlerinin sürekli ötekileştirildiği ve yok sayılmaya çalışıldığı bir sistemde, bu tür akla ziyan kararlar verilebilmektedir. Aslında bu karar, gelecekte verilecek çok daha tehlikeli kararların ön ayak sesleridir. Müslüman bir ülkede başörtüsünün yasak olması gerektiğini düşünen savcıların varlığının söz konusu olduğu, 28 Şubat karanlık süreci benzeri süreçlerin özlemi içerisinde olan, bu halka yabancı ve bu halkın değerlerini hiçe sayan bir anlayışın varlığı bütün Müslüman halkı derin bir şekilde tedirgin etmektedir.

Müslüman bir ülkede, Müslüman halkın inancı doğrultusunda giyinip ve kamuda çalışmasının engellenmesi garabeti elbette düşündürücüdür. Bu hakların anayasal güvenceye alınmamış olması ise daha büyük bir garabettir. Kanunların ve uygulamalarının keyfi olarak Müslüman halkın aleyhine dizayn edildiği bir sistemde, elbette kötü niyetli ve ideolojik dar kalıpların esiri kimi insanlar kendilerine vazife çıkararak halkın inanç değerlerine saldırmayı bir alışkanlık haline getirecektir.

Halkın inanç değerleri, müslümanların yaşam tarzı, giyim kuşam ve ibadet etme özgürlüğü kesinlikle anayasal güvenceye alınmalıdır. Müslümanların dışında, hemen her kesimin (azınlıklar, hayvanlar ve hatta sapkın bir hastalık olan eşcinsellik vs.) haklarının teminat altında olduğu ülkemizde; müslümanların inanç değerlerinin mütemadiyen saldırı altında olması ibret vericidir. Müslümanların da en az azınlıklar kadar inanç değerlerinin korunması ve yaşanması önündeki engellerin kaldırılması için yasal teminat gerekmez mi?

Bürokrasiye yerleşmiş kimi dar ideolojik düşünce mensuplarının, halkın inanç değerlerini hiçe sayan böylesi garabet kararları çok pişkince alabiliyor olması, gelecek adına Müslüman halkı ciddi anlamda endişelendirmektedir. Bu endişenin ortadan kaldırılması, ancak halkın inanç değerlerinin anayasal güvenceye alınmasıyla mümkündür.

Hükümet ve Meclis bu konuyu hassasiyetle ele almalı, müslümanların tüm haklarının anayasal güvenceye alınması sağlanmalıdır. Aksi takdirde imkânı eline geçiren art niyetli ve kökü dışarıda kimi karanlık mihrakların halkın değerlerine çok pervasızca saldırmaları uzak bir ihtimal değildir. Son örnek 28 Şubat karanlık zihniyetinin hala çok etkili bir şekilde bürokraside iş görmeye devam ettiğini gördük.