Aile kurumu ciddi saldırılar altındadır. Bu kurumun gittikçe zedeleniyor olması ve özellikle sistematik bir saldırıya maruz tutulması geleceğimiz açısından endişelenmemizi gerektirmektedir. Zira aile yuvasının sağlıklı bir yapıdan koparılması, aslında bütün toplumu bir yok oluşa sürüklemek demektir.
Son zamanlarda aile kurumuna yönelik ciddi tahribat projeleri uygulamaya konulmuş vaziyettedir. Sürekli olarak 'batılı yaşam tarzı' bir ideal olarak bize dayatılmaktadır. Bu dayatma projeleri, sadece bir iddia değil, hayatın hemen her kademesinde önümüze konulan uygulamalarla bunları net olarak görebilmekteyiz.
Eğitim sisteminin içine ilk adımını atan çocuklarımız, kendi aile geleneklerimizin vizyonu ve hassasiyetiyle değil, batılı aile tipi ve özlemiyle yetiştirilmeye yönelik 'bir eğitim sistemiyle' karşılaşmaktadır. Bu sistemin dayattığı aile tipi, İslami bir aile modeli değil, batılı yaşam tarzının özendirildiği, ibadetten ve maneviyattan tamamen koparılmış ucube bir aile modelidir.
Eğitim siteminin ilk kademesinden, son safhasına kadar ibadetsiz, maneviyatsız ve geleneklerimizin tamamen yok sayıldığı bir süreç, müfredatın içine konulmuştur. Ve bu uygulama bilinçli bir tercih olarak dayatılmıştır. Bu toplumu köklerinden koparmak, değer yargılarından ve inançlarından tamamen soyutlamak için böylesi bir ifsat projesi şeklinde insanımıza reva görülmektedir.
Bu projenin bir devamı ve daha etkilisi medya sektörünün kullanılma biçimidir. Televizyon dizileri ve filmleri öyle bir anlayışla hazırlanmakta ve yayın yoluyla halka dayatılmaktadır ki, düşman bir topluluk başkaca düşman bir topluluğa, ancak bu gaddarlıkta bu projeleri/saldırıları gerçekleştirme yoluna gidebilir. Bu diziler ve filmler ile inanıcımız aşağılanmakta, ibadetlerimiz yok sayılmakta, ailemiz değersizleştirilmekte, örfümüz ve kültür değerlerimiz ötekileştirilerek toplum hayatından söküp atılması gereken 'bir hastalık' gözüyle bakılmaktadır.
Bu hususta en çok saldırıya uğrayan/uğratılan aile mefhumudur. Dizilerde fuhuş ve gayrı meşru ilişki toplum hayatının normal bir akışı gibi sunulmakta, standartların üzerinde bir konfor algısıyla insanımız bu iğrençliğe özendirilmektedir. Sadece fuhuş ve zina değil, içki ve uyuşturucu kullanımı da hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak işlenmektedir. Avrupa dizilerinde bile görülemeyen iğrenç alışkanlık ve ilişki biçimleri yerli dizilerimizin ana gövdesini oluşturmaktadır.
Bu dizilerde rol verilen yaratıkların, yine medya eliyle parlatılıp birer kahraman (bütün zilletlerine rağmen) gibi sunulması ve yaptıkları bütün çirkinliklerini saat saat bize duyurmaları gösteriyor ki, bu tahribat projeleri sandığımızdan da daha büyük emeller içerdiğini anlamamız gerekiyor. Aile kurumunun bu derece önemsizleştirildiği bir dizi dünyasında elbette aile faciaları da normal bir hal almaya başlayacaktır.
Sanatçı adı altındakilerin gayrı meşru ilişkilerinin toplumun gündemini meşgul edebildiği bir süreçte, Aile Bakanının aileyi tarumar eden bu ahlaksızların çirkefliklerine 'şefkat' gösterisinde bulunması, savrulduğumuz acıklı durumu göstermesi açısından ibret vericidir. Aile bakanlığı, meşru evlilik gerçekleştirilmiş ve 'yaşı küçük' kalpazanlığıyla cezaevine konulmuş dört bine yakın aile reisinin ve dışarıda kalan eş ve çocuklarının dramını görüp çözüm bulacağına, bir ahlaksızın gayrı meşru ilişkisini, şefkat telefonlarıyla hoş görmesini halkın vicdanına havale ediyorum.