Şubat ayı, bir kez daha hem mevsimsel hem de dünya istikbarı açısından soğukluğunu iliklere kadar hissettirdi. Şubat`la çok yönlü ve hızla gelişen/değişen gündem, bir zemherir gibi iliklerimize işledi. Bölgesel ve küresel cephelerden ardı arkası kesilmeyen bir hava akımı gibi gündeme düşen gelişmeler, farklılık arz etse de arka planda bir yerden düğmeye basılmış gerçekliği bakan gözlerden kaçmamaktadır.

 

Her biri ciddi bir değerlendirmeye değer bu gelişmelerden birkaçını hatırlatma misali geçip asıl merama dönmek istiyorum: 12 Eylül mağdurlarının dudak uçuklatan ve zalimleri deşifre eden beyanları, 28 Şubat`ın şimdilik geri planda kalan karanlık çehresi, Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili Fransa ve İsviçre eksenli girişimler, Suriye`de zalimlik ve kan içicilikte babasını aratmayan Beşar Esed`in günden güne kabaran katliam dosyası, Mısır`daki İslami iktidarı sindiremeyen siyonist emellilerin futbol maçındaki katliamları sonrası başlayan devrimi sabote eylemleri, İran İslam Cumhuriyeti`ne dönük bremen mızıkacılarının aynı tempodaki ve ajite kokan kirli korosunun çıkardığı tahrikçi gürültüleri...

Bir önceki yazımda Kürt halkının bakirliğine iştahlanan kirli zihniyetlerden bahsetmiş ve konuyu özetlemeye çalışmıştım: İki önemli gelişmeye bağlı olarak hiç düşünülmediği halde bu konu bir kez kaleme akmıştır. Pkk ve Kck tandaslı DTK, son bildirisinde “Şeyh Said neyse Sayın Öcalan da halkımız için odur!” deme basitliği ve fütursuzluğu sergilemiştir. Mantıksal kıyasın eşitlik ve aykırılık ilkesinden hareket ederek yorumlarsak her yönüyle aykırı olan bu iki kişi değersel olarak eşit gibi düşünülmüş ve kargaların bile güleceği bir mizansen sergilenmiştir. Oysa tarihsel noktada biraz bilgisi olan ve son otuz yılın gündeminden üstünkörü de olsa haberdar olan biri bilir ki, bu kıyas asla tutarlı ve geçerli değildir; çünkü

Biri( Şeyh Said), kişiliğin manevi basamaklarına yükselmiş bir iman cevheriyken diğeri(Öcalan) maddeci bakışın sefilliğiyle kararmış bir kömür ruhludur. Şeyh Said, kıyamının temellerini Kur`an ve Sünnete dayandırıp çıkışını İslami hamiyet olarak dile getirir. Öcalan ise kendi halkını bile materyalist bir başkaldırı içinde gözden çıkarabilen bir devrimci bozuntusudur. Şeyh Said, namazı kulluğun hürriyeti bilip açık saçıklığın yaygınlaşmasını ahlaksızlık addetmiş; Öcalan ise namazı hafifseyici bir edayla tiyatroya benzetip özgürlük teraneleriyle açık saçıklığı özgürleşme(!) için birinci madde saymıştır.

Şeyh Said laikliğe, Kemalizm`e bir karşı koyuşun profiliyken Öcalan Kemalizm ya da laiklikliğin Kürt versiyonuyla yeniden bir halkı kıyımdan geçirme düşüncesindedir. Allah yolunun aziz bir şehidi ve İslami kıyamlardan birinin şanlı bir rehberi olan Şeyh Sait`le nasyonalist bir kirliliğin içinde putlaştırılan ve hatta arsızca peygamber ilan edilen Öcalan`ı aynı kefeye koymak sivil cumalardan medet ummanların ısıtılmış temcit pilavı misali piyasaya sürdükleri kokuşmuş bir politik girişimdir.

...

Hükümetin bazı bakanları ise son günlerde adeta bizim gerçek çehremiz bu türünden statükoya yatırım, halka verilen sözlerin ise oyları kapma hesabı açıklamalarıyla “ Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!” dedirtiyorlar. Daha bir hafta önce Diyarbakır`da Kürt halkına ve onların Peygamber sevgisine övgüler yağdıran Bülent Arınç “ Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar.” sözüne emsal teşkil etmiş ve şahsına karşı hüsn-ü zan besleyenleri üzecek, yakışıksız ve mesnetsiz bir beyanı talihsizce dile getirmiştir. Bir topluma karşı başa kakma, minnet, hakaret ve ikinci sınıf muamelesi her kelimesinde açıkça belli şu açıklamada: “ Kürtçe seçmeli bir ders olabilir; ama eğitim dili olamaz. Çünkü Kürtçe, medeniyet dili değil.” demiş. Kürt toplumuna karşı cehaleti bu sözlerle deşifre olan Arınç, hem Allah`ın ayetlerinden biri olan lisanlardan birine karşı işmam türünden bir tezyifte bulunmuş ve ayrıca bir toplumun asırlara yayılan kültürel bir birikimini görmezden gelerek Kürt halkını tezyif etmiştir. İki yönlü bir hata işlediği için hem Allah`tan af, hem de Kürt halkından özür dilemelidir.