Bir ayet-i kerimedeYüce Allah, başımıza gelenlerin lehimize de aleyhimize de olsa kendi elimizle kazandıklarımız olduğunu beyan buyuruyor. Bu imtihan dünyasında hangimiz daha güzel amel işliyor diye bulunduğumuzun idrakindeki eksikliktir belki de karşılaştıklarımız ve yaşadıklarımız karşısında bizi şaşırtan ve “Neler oluyor!” hayretine iten! Oysa, can, mal ve ürünlerden eksiltilmekle; korku ve açlıkla imtihan edileceğimiz ilahi fermanla ilan edilmiştir.

Bu ibtilaların geçmişte başa geldiği naslarla sabittir, bu ibtilaların bugün yaşandığı da kendimizden sabittir ve gözümüzün önündedir. Hakikattir ki, bu ibtilalar yarın da yaşanacaktır. Kalkıp niçin ibtila oluyorlar, oluyoruz; sıkıntı çektiler, çekiyoruz; zulüm altındalar,altındayız sorusuyla kendimizi daraltıp karamsar bir hale düşüreceğimize bu bela, musibet ve zorluklar karşısında nasıl bir tavır alacağımızı bilelim/belirleyelim.

Aslında Rabbimiz, bizlere olan engin merhametinin ve sayısız lütfunun bir tecellisi olarak bu tavrı da bizlere Kur`an`ında açıklamıştır: “Sabredenleri müjdele!”

Peki, gerçekleşince/gerçekleştirilince İlahi müjdeye semere olan, vesile olan bu sabır nedir, nasıl olmalıdır?

Sabır, bir çaresizlik değildir bu bir.

Sabır, zaten başa gelmiş “hastalık, hüzün, zindan, sürgün, zulüm…” gibi ibtilalı hallere alışılmış çaresizlik içinde boyun eğmek de değildir, bu iki.

Sabır, gücünün tükenmişliğini ve imkanlarının azlığını/hiçliğini görüp umutsuz kalmak ve mücadele meydanını hakkı olmayanlara terk etmek de değildir, bu üç…

Sabır, başa gelene zaman ve zemine göre İlahi razıllığı celbettirecek kulluk duruşunu gerçekleştirmektir.

Sabır, İlahi modellistliğin bize uygun gördüğü “ fakirlik, mahpusluk, muhacirlik, hastalık; zenginlik, özgürlük, imkan bolluğu, afiyet içinde oluş” gibi hallere kaderci bir körlükle değil, tevekkülü bir gayretle razı olmak ve katlanmaktır.

Sabır, hasta olunca gücün zayıflığının ve bedenin acizliğinin farkına varıp Şafii İsminin tecellisi için İlahi dergaha tahammül ve tazarru duruşuyla divan durmaktır.

Sabır, hicret yolları gözükünce Mekke`ye hasret duymak ve gidilen beldelerin birer Medine ve fetihlere açılan bir kapı olması için azimli ve kararlı olmaktır.

Sabır, zindanlara düşünce kahırlanmayı ve “ah vah” etmeyi bırakıp o mekanları Yusufi bir irade ve aşkla tefekkür yeri ve ilim meclisi kılmaktır.

Sabır, zalimlerin zulmüyle karşılaşınca kaçmak, nemelazımcı bir basitliğe düşmek değil; zulmün sona ermesi ve zalimin tepe taklak olması için direniş ve cihad elbisesini giymektir.

Sabır, öfkelenince öfkeyi yutmak; haramla baş başa kalınca haramdan yüz çevirmek; basit davranışlar ve boş sözler karşısında sükutu tercih etmek; fitne ve fesat ateşi tutuşunca/tutuşturulunca bu ateşe körükle gitmek değil, o ateşi söndürecek bir iman kuşanmaktır.

Sabır, cehalette ilim arayışıdır.

Sabır, şirkten imana hicrettir. Sabır, nuru zulmete tercihtir.

Sabır, nefse ağır gelen İslami ve imani tekliflerde itaattır.

Sabır, Filistin`de Kudüs aşığı olmaktır.

Sabır, Mısır`da Adeviyye Meydanı`nda direnmektir.

Sabır, Arakan`da budist azgınlara karşı cihadı kuşanmaktır.

Sabır, Türkiye`de sanal ortamın afetlerine, medyanın tahriklerine, çapulcuların tahriklerine, ırkçıların taassubuna, korkakların nemelazımcılığına, haramzadelerin günahtaki cüretlerine, insafsızca eleştirenlerin seviyesizliğine, iktidarların cenderesine, dost görünenlerin sinsiliğine, sokakları günah yüküyle kirleten kokuşmuşluğa MÜSLÜMAN`CA TAVIR ALMAKTIR.

Sabır, hal ve ahval ne olursa olsun İMANIN DİNAMİKLERİNİ KUŞANMAKTIR.

Sabrımız, sabır ve bayramımız bayram olsun!