Geçenlerde bir arkadaşla sohbet ederken, “ Hocam, sanırım Müslümanlar bugün içinde bulundukları hal gibi bir hal ve maruz kaldıkları zulümler gibisini görmemişler.” dedi. Ben de;

“Aslında Müslümanlar, tarih boyunca benzeri daha fazla facialar yaşamışlar; ama günümüzde teknolojik gelişim ve bilişim hız, yaşananları değil günlük, artık saniyelik bir hızla gündemimize taşıyor.

Belki de daha önceden bir musibeti, bir katliamı aylar sonra duyan İslam alemi, bugün aynı gün içinde onlarca katliam, zulüm, tedhiş ve ihanet haberini duyunca bu daha çok göze geliyor ve mengeneler arasında kalmış duygular aklın selametli düşünmesine ve tefekkür etmesine mani oluyor.

Haliyle kör bir taassubun kötü bir getirisi olarak meşrepler, klikler veya mezheplerimiz İslamî düşünce sisteminin önüne geçip tek hak/hakikat algısıyla diğerlerini yok saymaya, düşman addetmeye, tehlikeli görmeye başlıyor. “ dedim.

Bu cevap, bu yazı için hiç düşünülmediği halde klavyenin ucuna bir güzellik gibi yansıdı.

...

Gezi parkında yaşananlar; ekranlardan tutun stüdyolara, oradan gazete sütunlarına, face`nin ve twiteerin “kim tutar beni” türünden dur duraksız, düşünülmeden insafsız yorumlarına neredeyse kare kare, nokta nokta yansıdığı için tekrar babından bu konuya girmeden özellikle yaklaşımlar/ımız üzerine bir iki husus dile getirmek istiyorum:

Sevgi, tarafgirlik veya nefret, rakiplik... Bu noktada genellemeye gitmektense davranış, yapılanlar üzerinden işletilirse daha hayırlı olur.

Çoğunlukla zalim olan birinin mazlum duruma düşeceği anlar olabilirken, mazlum birinin zalimleşeceği anlar da mümkündür; doğruluğuyla meşhur birinin yalana tevessül etmesi mümkünken, yalanı baskın olan birinin bazen doğru tavır alması da mümkündür.

Haliyle bizim muhabbetimiz, buğzumuz; haklı veya haksız bulmamız şahsı, grubu itibarıyla değil davranışı ve yaptıkları yönüyle olmalıdır.

İçki içen birinden tümüyle nefret etmektense o ameli kötü görmemiz ve nehyi için gayretlenmemiz, namaz kılan birini tümüyle içselleştirmektense o salih ameli görmemiz ve teşvik etmemiz lazımdır.

Sevgi ya da nefrette ölçü, önemlidir.

Çünkü Ebu Hureyre (r.a)`den rivayete göre, Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam şöyle demiştir:

“Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olabilir.” (Tirmizî, Birr ve`s-Sıla, 60)

...

Bir önceki yazımda Bekir Bozdağ`ın açıklamaları etrafında kısmen Suriye olaylarına değinmiştim, bu hafta da Göktaş Hoca`m yazımın paralelinde bir şeyler kaleme almıştı.

İran  ve Hizbullah`ın yanlışlığını söyledik diye bizi hemen “Selefi” olarak görenlere ya da Hizbullah ve İran`a saldırının dozundaki insafsızlığı dile getirdik diye bizi “Esed yanlısı” olarak ilan-ı alem edenlere “Müminlerin birbirine karşı hukuku sadece kardeşliktir.” diyerek eleştiri ve değerlendirmelerinde merhamet ve insafa davet ediyoruz.

 Sınavlarda bile dört yanlışın ancak bir doğruyu götürdüğü gerçeği ortadayken mümin bir kişi, grup veya devletin akidevî, amelî, insanî ve İslamî binlerce doğrusunu bir veya birkaç yanlışa kurban etmek aramızdaki tefrika, nifak ve şikakı artırır ve sadece İslam düşmanlarını sevindirir.

Sevindireceğimiz İslam ve Müslümanlar olsun, temennisiyle Allah`a emanetsiniz.