İslam`ı kendimize dert edindiğimiz halde yaşanan sorunlara, başımıza gelen musibetlere karşı ve aleyhimizde yükselen seslere yönelik doğru bir tavır geliştiremememiz kanaatimce sağlıklı bir siyer okuyuşmuzun olmaması sebebiyledir. Burada salt siyer kitaplarını alıp okumaktan bahsetmiyorum. Eminim bu satırları okuyanların birçoğu belki de siyer adına var olan bütün kaynaklardan bilgilenmek adına istifade etmiştir.

Siyer okumaktan kasıt, 23 yıllık nebevi davetin seyri boyunca açacağımız her pencerenin aslında karşılaştığımız her bir müşkül için çözüm olduğunu anlamamızdır.

Nebevi Siret`in bireysel açmazlardan tutalım ailevi darlıklarımıza, oradan akrabalık ilişkilerimize derken komşuluk seyrimize ve toplumsal gidişimize dair her sorunun basiretli bir bakış ve hikmetli bir algılayışla hemen güncelleşip önümüzde beliriveren bir somut verisi vardır.

Müslümanların başına daha yeni çorap örülüyor algısının getirdiği şaşkınlık, düşmanlarımızın hilelerindeki şeytani sinsilik ve tuzak düzenlerin fazlayı da aşmış mesaileri... Kanmışlığımızdan bizi birbirimize kırdıracak, kardeşlik hukukunu rafa kaldıracak bir kin ve nefrete dönüşmüş.

Öyle ki şeytan ve tağutlar bölge ve şartlara göre kendileri arka planda kalmak şartıyla kin ve nefretin rengini belirliyorlar.
Kimi yerde yardakçılarını mal sahibi kılarak halk(!) tanımıyla insanları burjuva-varoş edebiyatıyla hasımlaştırıyor,
Kimi yerde el etek öpücülerine iktidarı bahşedip(!) insanları kul azizliğinden alıp vatandaş boyunduruğuna koşuyor,
Diğer bir yerde üstün ırk yanıltmasıyla “mutlu ırkı” dünyaya bedel sayıp diğer ırk mensuplarını Köle İsaura hesabıyla “kart kurt”laştırıyor,

Başka bir yerde ise “rahmet vesilesi” olan mezhepsel ihtilafları kaşıyıp “Sünni-Şii” ayrımıyla ellerine ahkam kılıcını tutuşturduklarına tekfirciliği ve camileri bombalamayı meslek yapıyorlar.

Kendileri meydana çıkmayı gerekli gördüklerinde ise bu ya Müslüman bir halkın katliamına ya da bir İslam beldesinin işgaline dönüşür.
Şeytan ve tağutlar, bu danışıklı dövüşü yeni değil Hz. Adem`den bu yana yapıyorlar.

Kur`an kıssalarının her biri bu hakkın gücünü kırmaya ve ilahi nuru söndürmeye dönük danışıklı dövüşleri farklı farklı tablolarına ibrete ve derse dönüşen bir üslupla anlatmıyor mu?

Allah aşkına! Uzak Doğudaki Çin`e uzanıp oradan Sibirya sapağına, Afrika`daki Ogaden`e gidip oradan Hint yarımadasına, ücra Akdeniz`deki Cezayir`e varıp oradan Mezopotamya coğrafyasına vardığımızda talan edilen İslam şehirlerinden, fakirleştirilen Müslüman beldelerden, viraneye dönmüş mazlum şehirlerden, birbiriyle didişen dindaşlardan, yağmalanan mukaddes değerlerden öte ne görürüz?

Şeytandaki kovulma acısı, mümindeki secde aşkı var oldukça imanla küfür dost olabilir mi? O halde
“Ey Alevi Türk, Sünni Türk; ey Müslüman Kürt, Müslüman Türk; ey Ehl-i Sünnet Arap, Şii İran; ey şu cemaat, bu tarikat...” niçin aramızdaki binlerle kaynaşma ve dayanışma kuvvetlerini bir tarafa bırakıp sinek ısırması babındaki ihtilafları kaşıyıp asıl akrep ABD, yavuklusu israil, emir eri NATO, şakşakçısı BM, mesai ortakları Fransa, İngiltere, Rusya gibi ehl-i salebin ısırmasına razı oluyoruz? Hazret-i Muhammed aleyhisselam döneminde şirk ve küfür nam-ı hesabına hilesini inceden inceye örüp günümüz şirk ve küfrü nam-ı hesabına hareket edenleri tanımamız açsından nazil olan şu ayetler, oyunu anlamamız babından yeter bir karine değil mi?

“Ey Muhammed, tek olarak yaratıp, kendisine bol bol mal, çevresinde bulunan oğullar verdiğim ve nimetleri yaydıkça yaydığım o kimseyi(Velid bin Muğire) bana bırak, cezasını ben vereyim. Bir de verdiğim nimetten arttırmamı umar. Hayır! Çünkü o, bizim ayetlerimize karşı son derece inatçıdır. Onu sarp bir yokuşa sardıracağım. Çünkü o düşündü, ölçüp biçti, canı çıkası ne biçim ölçtü biçti. Canı çıkası yine ne biçim ölçüp biçti. Sonra baktı, sonra kaşlarını çattı, suratını astı. Sonra da sırt çevirip büyüklük tasladı. ‘Bu sadece öğretile gelen bir sihirdir. Bu Kur`an, yalnızca bir insan sözüdür` dedi. İşte bu adamı yakıcı bir ateşe yaslayacağım.” (Müddesir suresi 11-26)