Yaşadığı dönemde kıymeti bilinmeyen  insan, eser ve çalışmaların listesi uzadıkça uzar. Mehmet Akif ERSOY da bunlardan biridir. 12 Mart İstiklal Marşı’nın kabulü ve 18 Mart Çanakkale Zaferi aynı zamanda Akif’i hatırlatan iki önemli tarih ve bazı şeyler için birer milattır.

Mehmet Âkif sadece İstiklal Marşı ve Çanakkale Şehitlerine adlı şiiri yazdığı için kıymetlenmemiştir. O, aynı zamanda bir şair, vaiz, mebus, diplomat, yazar, müfessir, veteriner, sporcu, dört dilde çeviri yapabilecek seviyede bir münevver olduğu için değerlidir. O her şeyden önce toplumun derdiyle dertlenen ve Allah’ı razı etme çabasında olduğu için değerlidir.     

O, bir imparatorluğun dağılma ve yıkılmasına şahitlik etti, kurtuluş savaşına bedeni, dergisi, vaazları ve şiirleriyle iştirak etti. O milletin, ümmetin çok müthiş değişimler geçirdiği, felaket ve musibetler yaşadığı bir demde geri kaçmadı, izzet ve şerefle doğru bildiği değerler noktasında mücadele etti. O, bunun için değerlidir.

O ‘arkadaşlık, dürüstlük, çalışkanlık, çaba, sözünde duran ve sözü özü bir olan’ biriydi.

Akif, adeta  bir eliyle milletin nabzını tutmuş, diğer eliyle tespitlerini mısralara yansıtmıştır.  Yazdıkları hayalleri değil bizzat milletin dolaysıyla da kendisinin yaşadıklarıdır. Öyle ki Mehmet Akif, ümmet topraklarının elimizden çıkmasına şu dizelerle feryat eder:

“Üç beyinsiz kafanın derdine,  üç milyon halk

Bak nasıl doğranıyor? Kalk baba, kabrinden kalk!

Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba?

“Meşhed”in beynine haç saplanacak mıydı baba!

Ne felaket: Dönüversin  de mesâcid ahıra,

Hırvat’ın  askeri tepsin çıkıp üstünde hora!

Basacak mıydı, fakat  göğsüne Sırp’ın çarığı?

Serilip yerlere binlerce şehidin sarığı”

Akif, şiirlerine sadece hüzün ve kederleri değil; umutları, güzellik ve kahramanlıkları da aktarmıştır. O, bir şiiri yazarken o anı yaşıyorcasına yazardı. Çanakkale savunması esnasında yurt dışında olmasına rağmen “Çanakkale Şehitlerine” şiirinde şehitlere öyle seslenir ki adeta şehitlerle yanındadır. Bu şiirin her mısrası savaş alanını tablolar halinde karşımıza çıkarır.  Okurken savaş meydanı bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçer: Top, gülle ve tüfek sesleri, tekbirler, dualar iniltiler, feryatlar adeta kulağımızı çınlatır ve yüreğimizi yaralar. Akif’in hayatının özeti gibi duran İstiklâl Marşında geçen duygular  millete verdiği  tavsiyelerle karşılık bulacaktır.

“Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı

Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı” 

İstiklâl Şairinin bütün hayatı Türkü, Kürdü, Zazası ve Lazıyla Müslüman bir toplumun kültür ve değerlerinin öne çıkardığı doğrulara şahitlik eder. Kötü niyetli olanlara, bölücülere, işgalci kuvvetlere, zalimleşenlere ve küfrün egemenliğine girmeyi arzulayanlara karşı durur ve bunu şiirlerinde dile getirir. İhanet, yalakalık ve menfaatçilere tahammülsüzdür:

  “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; 
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. 
Biri ecdadıma saldırdı mı, hatta boğarım!... 
-Boğamazsın ki! 
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım. 
Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; 
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam. 
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; 
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! 
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum 
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!”

 

“Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.

Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.

Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.”

Ümmet, Millet, , hürriyet, şehadet ve ezan gibi toplumsal ve inanç değerlerimiz Akif’in şiirlerinin özüdür. Allah ve peygamber sevgisi, İslam kardeşliği vurgusu onun kişilik yansımasıdır.

Ruhumun senden, İlâhi, şudur ancak emeli

Değmesin mabedimin göğsüne nâ-mahrem eli

Bu ezanlar -ki şehadetleri dînin temeli

Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.”

İstiklâl Şairi sadece yazdıklarıyla ve söyledikleriyle değil, ömür sermayesinin tamamını  inandığı kaynaktan alarak yaşamıştır. Hayatını, İslam ümmet ve kültürünün ortak paydaları olan iman, şahadet, cennet, cehennem, Kur’an, ezan, Peygamber,  helâl, hilâl, yıldız, adalet, doğruluk, yardımlaşma, ahde vefa, sadakat, istikbal, millet ve namahrem gibi temel değerler üzerinde yaşamıştır. Tembellik, nemelazımcılık, yalakalık, sözünde durmama gibi kötü hasletler ona uzaktı ve bu tür davranış sergileyenlerden haz etmezdi.

Akif’in böylesine tutarlı, özü sözü bir olan, güçlükler, yenilgiler, baskılar, zorluklar karşısında yılmadan, eğilmeden, yalpalamadan sürdürdüğü hayatın temel referansı  asla taviz vermeden yaşadığı Kur’an ve Sünnettir. Kur’an ifadesiyle “…yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında büyük bir gazap nedenidir.”(Saf 61/2-3) ayetinde zikredilen gazaba uğramamak için söylediğini yapan, yaptığını söyleyen insandır Akif, inandığı ve doğru bildiği yolda Allah’ın ve Rasûlünün hatırını  en önde tutmuş, başkalarının hatırı, süfli menfaatler ve dünyalık hesaplar  için Allah’ın hatırını çiğnememiştir, çiğnetmemiştir. Onun İttihat ve Terakki’den ayrılmasının, II. Abdülhamit’e karşı tavizsiz olmasının ve Cumhuriyetin İslam değerleriyle mücadele eden kadrosuna karşı çıkmasının temel dinamiği ‘Hakkın hatırını her şeyin üstünde tutmasındandır.’ 

Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı

İnmemiştir hele Kur’an şunu hakkıyla bilin

Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için

 Akif, şiirlerinde mazlum, fakir, kimsesiz ve hasta insanları tablolaştırır. O hayat ve hayalleri şiirlerine taşır. Akif, evrensel olan değerleri önemser. İnsanlar arasında renk, ırk, cinsiyet, makam ve imkan yönüyle ayrımcılığı ve ötekileştirmeyi kabul etmez.  

Değerler eğitimi kapsamında doğruluk anlatılırken bir hayal ürünü olan pinokyo ve onun uzayan burnundan bahsedeceğimize Akif gibi gerçek bir hayatı anlatalım: “Bir gün bir konuşma esnasında bir arkadaşı ona “Doğru mu söylüyorsun?” demesi   üzerine Akif, oldukça hiddetlenir ve “Ne demek, sen benim hiç yalan söylediğimi gördün mü?” diye cevap verir.

Yine vefayı masal ve öyküler üzerinden anlatacağımıza Akif gibi âlim ve bilginlerimizin yaşanmış misallerini anlatalım: “Bir gün arkadaşı Hasan Tahsin Beyle şöyle bir sözleşme yapar; Kim daha önce ölürse hayatta kalan vefat edenin ailesine bakacak!’ Tahsin Bey, İlahi takdir Akif’ten önce vefat eder. Mehmet Akif,  ciddi maddi zorluklar içinde bulunmasına rağmen onun ailesine ve çocuklarına kendi aile ve çocukları gibi bakar, ilgilenir ve yardımcı olur.

İhtiyacı olmasına rağmen İstiklal Marşı için verilen para ödülünü ihtiyaç sahiplerine bahş etmesi, sözünde durmayan bir arkadaşıyla aylarca konuşmaması bugün çokça ihtiyacımız olan edep ve adap kurallarına önemli birer örnektir.