Tarih, hak-batıl mücadelesinin gerçekliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Herkes kendi kartını yeniden açtı.
İslam coğrafyasında yaşanan son gelişmeler ve her bir gün onlarca mazlum/mücahidin şehid olması siyerin yeniden gözden geçirilme gereğini bize gösteriyor.
Bu hengâmda doğru olan bu da “Neyin nesi?” şaşkınlığından ziyade zamana ve zemine göre Kur`an`ın ve sünnetin özünden süzülmüş hareket fıkhı çerçevesinde doğru tavır belirlemektir.
Kur`an kıssaları ve Peygamberi siretin pak pratiği karşı karşıya geldiğimiz her zorluk ve hoşluğunu tattığımız her kolaylık için nasıl davranmamız noktasında açık beyanlarla doludur.
İsterseniz gelin, yaşananlara paralel olarak Peygamberi mücadelenin Mekke cephesine bir sefer eyleyelim ve oradan da Çağdaş Mekke`lerimiz Suriye, Myanmar, Filistin, Kürdistan... gibi İslam coğrafyalarına doğru bir uzanalım.
Şirkin kokuşmuşluğu içinde batılı tutuşturmaya yakıt taşıyan Mekkeli müşrikler zulüm, dışlama, ambargo ve iftirayı en adi silah olarak kullanmıyor muydu?
İman edenleri bir avuç suda boğmak hırsıyla her türlü saldırganlığı meşrulaştırmıyor muydu?
Faiz, tefe, haksızlık ve ölçüsüzlükle katlanmış sermayelerine, zedelenmesini istemedikleri menfaatlerine, sarsılmasından korktukları makamlarına halel gelmemesi adına her türlü çirkefliği sergileyip zavallı kitleleri putçuluk diniyle oyalamıyorlar mıydı?
Kişiliği, ahlakı ve sözleriyle içlerinde büyüyen Muhammed aleyhi selamı göz gözüyle her gün gördükleri ve görmedikleri hallerine bile anlatılanlarla şahit oldukları halde O`nu yalanla, bozguncu, sihirbaz… olmakla suçlayıp Ramda çöllerinde bir avuç mümine türlü türlü işkenceler uygulamamışlar mıydı?
İşkenceler, baskılar, ambargolar beraberinde Sümeyye ve Yasir`in şehadetini, Habbab`ın vücudunda kalıcı işkence izlerini, Süheyb`in malının gasp edilmesini sonuç vermemiş miydi?
Bütün bunlar olurken Allah Resulü Medine Devletine temel, asr-ı saadete nüve olacak neslin yetişmesi için didiniyor, bir avuç mazlum ashaba sabır telkin ediyor, onları Allah`ın razılığı ve cennetle müjdeliyordu. İzzetli bir duruşla zulme karşı haklılıklarına halel getirmeyecek bir tavır geliştirmeleri için onları eğitiyor ve yönlendiriyordu.
Bir de Suriye`de insani bir yaşam istedikleri,
Arakan`da Müslümanca bir hayata dört elle sarıldıkları,
Filistin`de işgal edilen topraklardan gasıp güçleri kovmaya çalıştıkları,
Kürdistan`da on yıllardır dört ülke arasında pay edilen bir coğrafyada yeniden İslam`ın izzetiyle varlık iddiasında bulundukları için...
Zikredilen malum yerlerin zalim ve despot idarecileri, emperyal ve sömürgeci şeytani güçler tarafından yapılan saldırılar, hak ihlalleri, katliamlar, ahlaksızlığın kucağına kültürel medenilik(!) adına bırakılıp yerle bir edilen haysiyetler, yakılan/yıkılan yurtlar, ambargolar, tehcirler... sağlıklı bir gözleme tabii tuttuğumuzda karşımıza Çağdaş birer Mekke olarak çıkar.
Ateş, güneş, Buda, güç, ihtiras, para, makam... benzeri birçok çağdaş putun çocukları olma heveslisi böylesi batıl ve zalim idareci/yapılanmaların medeniliği(!) ve terörizmi(!) bahane ederek iflah olmaz bir zulüm çehreye bürünmesini garipsememek lazım!
Bu coğrafyalardaki sindirmeler, tehditler, ambargolar, saldırılar… Allah`ın nuruna hazımsız yapıların iman aydınlığına, nurun kuşatıcılığına, hidayetin cezbeden tutkusuna dayanmayan yarasa zihniyetlerini deşifre etmektedir.
Firavun bile Musa`ya iman edenleri “ Benim iznim olmadan nasıl iman edersiniz!” deyip tahkir etmişken, o müminleri gaddarca şehit etmişken çağdaş Mekkelerin bugünkü zalim ve despot idare/işgalcileri de izin(!) almadan hak arayan, adalet için cihad meydanlarına koşanlara elbette onu aratmayacak bir firavunlukla mislini yapacaklardır.
Bugün de materyalist bir felsefe, kapitalist bir şımarıklık, asabi bir taassup ve şirk yüklenmiş bir butlanlıktan beslenenler de ellerindeki gücün hiç tükenmeyeceği aldanmışlığı içinde İslam`a düşman bir yaklaşımla coğrafyalarında horozlanıp(!) samimi bir şekilde ahlaklı bir toplum oluşturma yolunda koşuşturanları “ Ya tekelimize girer, bizimle hareket edersiniz ya da size yaşama hakkı yok!” derken aynı mantığın çirkef yansıması oluyorlar.
Unutmayalım ki, müminler her zaman sair ideolojilere karşı onlarca adım öndeler. Sair ideolojilerin hareket yönleri basiretsiz akılları ve nefse meyilli duygularıyken; müminlerin rotasını belirleyen İlahi iradedir.
İtikat sünnetinin ihya edildiği günlere girdiğimiz ve Kadir gecesinin feyiz/bereketini şimdiden üzerimizde hissettiğimiz yakın an, tamamen Allah`a kul olarak nerede duracağımız/ ne yapacağımız? sorularına sağlıklı bir cevap verecek derin bir tefekkür süreci yaşatmalıdır.
Duamız, her durumda İslami bir olgunlukla, isabetli bir yaklaşımla ve doğru bir duruşla farkımızı fark ettirebilmektir.