İslâm'ı silah gücüyle yok edemeyeceklerini anlayan İslâm düşmanları İslâm'ı kökten reddetmek yerine İslâm adına yanlış düşünceler ortaya atarak İslâm'ı içeriden çürütmeye çalışmakta ve bu yanlış düşünceleri Müslümanlara empoze ederek onları etkisiz ve kuvvetsiz hale getirmektedirler. Bu bağlamda Günümüzde Müslümanların karşı karşıya kaldığı İslâm'a mal edilen iki zıt düşünce bulunmaktadır; Siyasetsiz Din ve Dinsiz Siyaset. Biri diğerinden daha tehlikeli olan bu iki düşünce İslâm'ı ve Müslümanları etkisiz ve güçsüz hale getirmeyi amaçlamaktadır.
Dinsiz siyaset anlayışı dinin kişinin kendisiyle Allah arasında olduğunu iddia ederek dinin siyasete karıştırılmaması gerektiğini savunmaktadır. Bu düşünceye göre din siyaseti yönetmemeli, yönlendirmemeli ve dinin siyaset ile alakalı söyleyeceği bir çift lafı olmamalıdır. Tabi böyle bir anlayışı Müslümanların savunması mümkün değildir. Ancak buna karşılık bazı Müslümanlar siyasetsiz bir din anlayışını savunarak siyasetle alakalarının olmadığını, siyasi konulara girmeyeceklerini, dünya ve ülke gündeminde olan siyasi gelişmelere karşı bir yorumlarının bile olmadığını söyleyerek sonuç itibariyle dinsiz siyaseti savunanlarla aynı neticede buluşmaktadırlar. Böyle düşünen bazı Müslümanlar bu düşüncelerini Üstat Bediuzzaman'ın meşhur "Şeytan'dan ve siyasetten Allah'a sığınırım" ifadesine dayandırmaktadırlar. Ancak Üstat Bediuzzaman bu sözü ne üzerine söylediğini şöyle açıklamaktadır: “Bir zaman, bu garazkârane (kindar) tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki; mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasisine (siyasi düşüncesine) muhalif bir âlim-i sâlihi tekfir derecesinde tezyif etti (kötüledi). Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane methetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, "euzübillahi min'e-şeytani ve's-siyase" (Şeytandan ve siyasetten Allah'a sığınırım) dedim.”(Mektubat) Üstat bu sözleriyle ülke ve dünya siyasetine karşı duyarsız kalmaya değil siyasi görüş tarafgirliğine karşı çıkmıştır. Zira siyasete girip bir siyasi grubun aşırı tarafgirliğini yapmak ile siyasi durumla ilgilenip siyasete İslâmî açıdan yön vermeye çalışmak birbirinden farklı şeylerdir. Ayrıca Üstat kendi imkân ve gücüne, zamanının şartlarına göre siyasete girmenin faydasız olduğunu düşünmüş ve bu zor şartlarda yapabileceği en faydalı şeyin imani ve fikri olarak halkı eğitmek olduğunu ifade etmiştir. Ancak şartlar uygun olduğunda gücü ve imkânı olan kişinin bunu yapabileceğini de kaydederek şöyle demiştir: "Hakikî dindar… siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikâta alet etmeğe -eğer mümkünse- çalışabilir.” (Emirdağı Lahikası) Ayrıca "Sana işkence eden baştaki insanların takip ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?" sorusuna şöyle cevabı vermiştir:
“Bu zamanda ehl-i İslâm`ın en mühim tehlikesi fen (bilim) ve felsefeden gelen bir dalaletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi nurdur, nur göstermektir ki, kalpler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla (gücüyle) hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık kâfirden daha fenadır. Demek, topuz (güç) böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılâb eder. Hem nur, hem topuz (güç) ikisini, bu zamanda benim gibi bir aciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzuna (gücüne) ne şekilde olursa olsun bakmamak lazım geliyor. Ama maddi cihadın muktezası (gereği) ise o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre, kâfirin veya mürtedin tecavüzatına (saldırılarına) set çekmek için topuz (güç) lazımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu (gücü) tutacak elimiz yok!”(Lem'alar)