Ehl-i Sünnet anlayışına göre büyük günah işleyen bir Müslüman -inkâr etmediği sürece- sırf günah işlediği için dinden çıkmaz. Zira birçok ayet ve hadiste büyük günah işleyenlere mümin denmiştir. Örneğin Hucurat suresindeki;(9.Ayet) "Müminlerden iki grup savaşırsa, aralarını düzeltin. Eğer biri diğerine karşı haddini aşarsa Allah'ın emrine dönünceye kadar haddini aşan grupla savaşın" ayeti savaşarak büyük günah olan öldürme suçunu işleyen iki gruba müminler ifadesini kullanmıştır. Ayrıca Peygamber Efendimiz(S.A.V) sahih bir hadiste: "Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan kimse cehenneme (ebedi olarak) girmez. Zina ve hırsızlık yapsa dahi!" diye buyurarak mümin olan bir kimsenin büyük günah ile ebedi olarak Cehenneme girmeyeceğini (yani kâfir olmayacağını) açık bir şekilde ifade etmiştir.  

 Bu minvalde birçok ayet ve hadis bulunmakla beraber buna karşılık bazı ayet ve hadislerde büyük günahlarla ilgili küfür nitelemesi bulunmaktadır. Örneğin Al-i İmran(97.Ayet) suresinde haccı terk etmek küfür diye nitelendirilerek "Kim kâfir olursa, Allah âlemlerden ganidir" denmiştir. Sahih bir hadiste; "Müslümana sövmek fasıklık, onu öldürmek ise küfürdür" denmiş başka bir hadiste ise; "Kâfir ile mümin arasındaki fark namazdır. Namazı terk eden kâfir olur" denerek büyük günahlar küfür diye nitelendirilmiştir.

Birbirine zıt gibi görünen bu ayet ve hadisleri parçacı bir yaklaşımla bir kısmını esas alıp diğerlerini görmemezlikten gelmek yanlış sonuçlara ve batıl düşüncelere götürecektir. Doğru sonuca ulaşmak için bu ayet ve hadisleri bir bütün olarak beraber değerlendirmek ve yorumlamak gerekir.

Büyük günah işleyenlerin mümin olduğunu belirten ayet ve hadisler bir Müslümanın günahla dinden çıkmayacağını ifade ederken büyük günahlar için küfür ifadesini kullanan ayet ve hadisler ise küfür ifadesini İslam dininden çıkma anlamında değil ameli küfür anlamında kullanmıştır. Zira her bir günah küfür potansiyeli taşıdığı için küfür ameli diye nitelenmekte ve her işlenen günah insanı küfre daha çok yaklaştırmaktadır. Üstat Said Nursi'nin de ifade ettiği gibi "Her bir günahta küfre giden bir yol vardır".

Ancak Tekfircilik fikrinin ilk savunucuları olan Hariciler ayet ve hadislerin zahirinde küfür olarak nitelenen her şeyi küfür saymış ve bu yüzeysel yaklaşımla fıkıh alanında tartışılması gereken helal-haram konularını iman-küfür meselesi haline getirmişlerdir.

Örneğin Hariciler siyasi ve fıkhi bir mesele olarak tartışılması gereken hakeme başvurma meselesini bir iman-küfür meselesi haline getirerek hakemi kabul eden Hz. Ali'yi "Hüküm Allah'ındır" ayetini öne sürerek tekfir etmişlerdir. Hz. Ali: "hak bir söz ancak batıl bir anlam" diyerek bu yüzeysel yaklaşımın İslam düşüncesinde yeri olmadığını ifade etmiştir. 

Ayrıca Hz. Ali'nin Haricileri ikna etmek için görevlendirdiği Abdullah B. Abbas haricilerle girdiği münazarada haricilerin doğru delilleri yanlış yerde kullandıklarını hakem meselesini yüzeysel bir şekilde algıladıklarını ifade ederek Kur'an-ı Kerim'de insanların bazı konularda hakem olabileceğinin belirtildiğini, bir insanı hakem olarak kabul etmenin Allah'ın hâkimiyeti ile ters düşmeyeceğini ifade etmiştir. Örneğin; Allah Teâla Nisa suresinde(35.Ayet) karı-koca arasında çıkacak sorunların çözümü için iki tarafın ailesinden birer hakem belirlenmesini ve bu hakemin vereceği hükme göre sorunun çözümlenmesini istemiştir.

Günümüz tekfircilik anlayışında da günah olup olmadığı şeklinde tartışılması gereken fıkıh alanına giren konular iman-küfür meselesi haline getirilerek haricilerinkine benzer bir yaklaşım sergilenmiştir. Böylece zahirine bakıldığında küfür olarak nitelendirilebilecek söz veya eylemler söyleyenin veya yapanın amacına/kastına bakılmaksızın tekfir konusu olmuştur.

Buna karşılık Ehl-i Sünnet anlayışında tekfir konusunda önemli bir ilke olan  "Tevil ve şüphe varsa tekfir yoktur" ilkesi ortaya konmuştur. Bu temel ilke Müslüman olduğu bilinen birinin farklı anlamda veya farklı amaçla zahirde küfür gibi görünen bir söz söylemesi veya bir şey yapması durumunda o kişinin sorgulanmadan kastettiği anlam ve amaç öğrenilmeden tekfir edilmesinin önüne geçmiştir.

Bir sonraki yazımda "Tevil ve şüphe varsa tekfir yoktur" ilkesini daha detaylı bir şekilde ele almaya çalışacağım inşallah.